BÖLÜM 48

9.7K 415 197
                                    



Berbat geçen gecenin ardından, beynimin içinde yankılanan zil sesiyle gözlerimi açtım. En sonunda bu zili söküp atacaktım, bir daha da kimse zil falan çalamayacaktı.

Duymazlıktan gelip tekrar uyuyamayacağım kadar ısrarla çalıyor oluşu, yataktan kalkmama sebep olurken birkaç küfür sıralayarak kapıyı açmaya gittim ve kapı deliğinden bakmayıp direkt olarak kapıyı açtığımda dün olanlardan sonra Arkın, arsızca kapıma dayanmış olsaydı bu kadar şaşırmazdım doğrusu.

"Ceyhun."

Elindeki poşeti uzatıp elime tutuşturdu. "Sana İzmir'den boyoz getirdim."

Boyozun ince çizgim olduğunu herkes bilirdi.

Şaşkınlıkla, "Ne işin var senin burada?" diye soluduğumda Ceyhun bozulmuş bir şekilde bana baktı.

"Olanlardan sonra telefonlarımı bile açmayınca, ben de gelip bakmak istedim. Ama eğer rahatsız ettiysem gidebilirim."

Duygu sömürüsü yapmaya başlayınca, "Sus be. Saçmalama." diyerek onu içeri aldım. "Sanki bilmiyorum ben seni. İşin olmasa hayatta gelmezsin, şimdi bana demagoji yapma. Yemezler."

O kahkahaları eşliğinde salona geçerken ben de elimdeki boyoz poşetini mutfağa bırakıp ardından salona ilerledim.

"Kutay tek başına yetişemiyor, desteğe geldim. Gelmişken de, tadilat işlerinin bitiş tarihine göre açılış gününü kararlaştıracağız."

"Baya baya mekan açıyorsunuz yani?" derken heyecanımı sesime de yansıtmak isterdim fakat, beynimden gözlerime vuran ağrı buna pek müsaade etmiyordu.

"Az kaldı." Neyse ki Ceyhun ikimizin yerine de heyecanını güzelce yansıtıyordu. "Artık İstanbullu oluyorum, hazır gelmişken birkaç emlakçıyla görüşüp ev işini de halledeyim diyorum. Yetişmezse de sen benim yerime bakarsın artık."

"Ev işini dert etme, bende kalırsın." derken evimin sadece bana kadar olduğunu göz ardı etmiştim bile. Sonuçta arkadaşımı otel köşelerine bırakacak değildim.

"Canımsın." diyip bana öpücük gönderdikten sonra muzipçe sırıtarak devam etti. "Ama senin eve ikimiz sığamayız, hem sığsak bile ben seninle yaşayamam sen çok dağınıksın." diyip benimle dalga geçmeye başlayınca elime geçen yastığı ona fırlattım.

"Sokakta kalsan bile eve almayacağım seni, görürsün."

"Kutay'a giderim ben de. Gerçi onun kedisi var ama olsun, sonuçta senin yanında durabiliyorsam küçücük kediden hiçbir şey olmaz." diyen Ceyhun'a boş boş baktım. Başta ne dediğini anlamamıştım fakat sonra kedilere alerjisi olduğunu anımsayınca ters ters bakmaya başladım. Biraz önce o, bana kedi mi demişti?

"Dikkat et bu kedi, en vahşi olanından." Tırnaklarımı gösterip, tehdidimi savurduğumda kahkaha attı.

Ellerini havaya kaldırdı. "Beyaz bayrak sallıyorum. Kedileri severiz. En vahşilerini bile."

Tatmin olmuş bir şekilde, "Heh şöyle." dedikten sonra gidip yastığı ondan geri aldım. "Yalnız senin buraya taşınmana en çok Nazlı bozuluyordur."

Gözlerini devirişi gözümden kaçmamıştı, hemen yanına oturdum. "O tavır ne öyle?"

"Hiç açma o konuyu." Bıkkın tavrı da dikkatimden kaçmadı. Belli ki Nazlı'nın anlatmadığı bir şeyler olmuştu.

"Ne oldu?"

"Günlerdir başımın etini yiyor, tavır yapıyor. Ona dedim ki çık sen de gel, hem Karya da orada. Tekrar Bermuda üçgenimizi oluştururuz dedim. Binbir tane bahane sıraladı. Ben de ısrar etmedim, iyi tamam dedim. Vay efendim, bu kadar kolay mı gözden çıkarıyormuşum onu. Sen zaten bırakıp gitmişsin, sıra bana gelmiş falan. Kafa açtı bir ton. Anlayacağın baya yordu. Aramız açık şu an."

KANERWhere stories live. Discover now