6. His

100 5 1
                                    



Bölüm şarkısı: Sena Şener - Teni Tenime

"Hatırla ki mahşer günüdür, ortalığa düşmüş seni arıyorum."


UYARI : +18 ağırlık bir bölümdür




Yaşadıklarımı görüp benimle birlikte ağlayan gökyüzüne baktım, cama çarpan yağmur damlalarının sesi bile içimdeki gürültüyü bastıramıyordu ama gökyüzünün bilmediği bir şey vardı: insanın başına gelen felaketler hep böyle kasvetli havalarda olmazdı zira ben günlük, güneşlik bir günde varımı yoğumu kaybetmişti.. Hani şair demişti ya; yazımı kışa çevirdin diye işte benim ömrüm onu tanıdığım o ağustos ayının güneşli, huzurlu gününden beri kocaman bir kışa dönmüştü..

Elimde sıcaklığını hala kaybetmemiş, bir yudum bile almadığım, dumanı tüten kahveyi arkamdaki konsola bıraktım, bundan 13 gün 7 saat önce birini vurmuştum, kocamı. Aklım bunu huy etmiş gibi hastane odasındaki o son konuşmalarımızı kaymıştı yine;

"Yalvarırım, yalvarırım bana şefkat gösterme, konuşma böyle, bakma! ağlarım, çok ağlarım.. senin kollarında, bize yaptıklarına ağlarım, yapma! senin kollarında, senin için ağlarım.."  kurduğum cümleden sonra gözlerimin içine sanki aradığı bulmuş ama bulduğu şeyi kaybetmiş gibi bakmış, tek cümle kurmadan yanımdan uzaklaşmıştı. Daha sonra ben Kamerle buraya, babamın yanına gelmiştim aslında olmak istediğim yerdeydim, onsuz ve çocuklarımın yanındaydım ama bunu aksine içimdeki huzursuzluk her geçen gün artıyordu, kendime günlerdir itiraf edemediğim o şeyi çok iyi biliyordum: Ben, kocasından deli gibi kaçan Şehrazat Mihra, Alparslan Karakurt'u deli gibi merak ediyordum..

Beynimde her saniye çatışan git/gitme düşüncülerinin kazananı ilk seçenek olmuş olmalıydı ki kahvemin yanında konsolun üzerindeki telefonumu hızla elime alıp Alparslan Karakurt'un yerini bana söyleyecek o kişi aradım; Mert Karakurt.

Kulağıma dayadığım telefondan gelen "Alo, yenge?" sesiyle duraksadım, ama bu bana kararımı bir gram bile sorgulatmamıştı, hızla bana ikinci defa seslenen Mert'i cevapladım;

"Merhaba, nasılsın Mert?"

"İyiyim yenge, bir şey mi oldu? Çocuklar iyi mi?" o da aradığıma şaşırmış gibiydi, ah Mert inan ben de çok şaşkınım..

"İyiyim, çocuklar da çok iyi sadece ben abinin nerede olduğunu soracaktım.." bir çırpıda söylediğim cümleyle ahizenin arkasındaki Mert'in kalbimin gümbürtüsünü duymaması için dua ettim..

"Abim? Benim abim değil mi? Alparslan Karakurt?" şaşkınlıkla kurduğu cümlelere göz devirdim, "Evet abin Mert, bir şey konuşmam gerekiyor nerede olduğunu söyler misin?" cümlemden sonra gelen kıkırtılara sabır çektim, Karakurt erkekleri benim sınavımdı gerçekten..

"Tabii söylerim yengecim ama pek müsait olduğunu söyleyemeyeceğim." pek kelimesine yaptığı vurguya takıldım, bu da ne demek oluyordu?

"Anlamadım? Neden "pek" müsait değilmiş?"

"Yani şu an benim de tanımadığım ama gördüğüm kadarıyla bir hayli güzel bir hanımefendiyle odasında, muhtemelen buradan Köstebek'e geçerler hızla olursan onlar geçmeden yetişirsin.." cümlesi ve çatılan kaşlarım bana yıllardır tatmadığım bir duygu günyüzüne çıkarmış gibiydi: kıskançlık.

"Geliyorum ben, kapat!" deyip o kapatmadan hızla kapadım telefonu, Köstebek, yeraltı dünyasının lider ismi Alparslan'ın oldukça ünlü olan mekanıydı, evli ve iki çocuk babası adamın bir hayli(!) güzel bir kadınla burada ne işi olurdu ki!?

ŞEHRAZATTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang