-4-

75 11 1
                                    

"İnanıyorum. Güneş, bir gün bizim için yükselecek ve parlayacak. Evet, inanıyorum. Ne kadar düşük bir ihtimal olsa bile..."

ADNAN'DAN:

Hayattaki en büyük kabusumu düşündüm, hatırlamaya çalıştım...

Hayatımızın esas kabusları, esas azap gibi olan günleri; dedem ve anneannemin yanına yerleştiğimiz zaman başlamıştı. Büyük bir hevesle kardeşlerimi almış, dedemin bizi kabul ettiğini söylemiş, artık bu yıkık dökük evde üşümeyeceğimizi söyleyerek dedemlerin evine yerleşmiştik. Ancak daha yerleşir yerleşmez, daha ilk günden sille yemiştik dedemden. O tokadı yer yemez, kardeşlerimin başına büyük bir iş açtığımı anlamıştım. O günden beri de kendimi asla affetmedim zaten. 

Dedem, beni her işine koşturuyordu. İlknur ve Ayşe'yi okuldan almış, çalışmaya zorlamıştı. "Sizi kabul etmiş olabilirim, ancak bu ev nasıl geçinecek? Anneanneniz ve ben, ancak yaşıyordum burada. Birden bire artan bu yoğun nüfus, benim belimi büker. Çalışacak yaşa gelen kim varsa, hepsi işe gitmek zorundadır." deyip dururdu dedem. 

Dedemin amacı aslında eve daha çok para girmesiydi. Bu sebeple de başında büyüğü olmayan bizleri, 'yetim kancıkları' kullanmak istemişti. Çünkü kazandığımız paranın her bir kuruşu, sorgusuz ve sualsiz bir şekilde dedeme teslim ediliyordu...

Düşününce, ne kadar da korkunç ve mide bulandırıcı bir şeydi, değil mi? Bunu size annenizin babası yapıyordu, çok uzaktan birisi değildi. Zaten düşman dediklerimiz asla çok uzakta olmazlardı. Hep en yakınımızda olurlardı. Hatta pek çoğunu yılan gibi koynumuzda beslerdik. Yani büyük resme bakınca, düşmanlık ettiğimiz insanların neredeyse hepsiyle oturup kahve içmişliğimiz, iki lafın belini kırmışlığımız vardır...

Anneannem ise daha ılımlıydı. Hatta dedemin mezalimine karşı daha korumacıydı. Çünkü esasında anneannemde dedemin bu planından habersizdi. O da her şeyi bizimle birlikte öğrenmişti ve şok olmuştu. Ama dedeme karşı saygısızlık da yapamazdı. Zaten o yüzden de bizden pek çok kez dedem adına özürler dilemişti... 

Dedemin benden nefret ettiğine emindim. Bunu iliklerime kadar hissediyordum. Ve bunun sebebi neydi biliyor musunuz? Ben, fiziksel açıdan babama en çok benzeyen kişiydim. Beni ve babamı yan yana koysanız, onun soyundan, onun dölünden olduğumu çok rahatlıkla anlardınız. Hatta körler bile anlardı, o derece. Babama benzeyen kişiydim, bundan nefret ediyordum ve dedemde kızını öldüren adama benzediğim için benden nefret ediyordu. Ne olay ama!

Ama burada çok ironik olan başka bir olay vardı: Dedem, birkaç koyun, bir inek, bir kümes tavuk ve bir miktar para uğruna; kızını satmıştı babamın ailesine. Bu sebeptendir ki, annem bu evlilikte hiç mutlu değildi. Annemin kolayca vazgeçilen kişi olmasıyla gelen mutsuzluğu bir yana, kaç defa babamdan dayak yiyip dedeme sığındıysa, "Utanmadan nasıl bana gelirsin? O adam artık senin kocan!" lafını duyması da mutsuzluğunun en büyük sebebiydi. Evet, kol kırılır yen içinde kalırdı. Ama sadece kırılınca olurdu bu. Kol kopunca, yenin pek de bir önemi kalmıyordu bu durumda. Annem bu yüzden dedeme çok ah etmişti. Babaya karşı gelinmezdi, ona karşı ileri geri konuşulmazdı belki. Ama gerçekten babaysa karşındaki şahıs, bu dediklerim o zaman yapılırdı. Ne dedem, ne de babam, asla babalık görevini taşımaya layık insanlar değildi. İşte... Kimler nerelere, hangi konum ve mevkilere geliyordu, gelebiliyordu...

Benden nefret eden dedem, her türlü işine de beni koşturuyordu. Sabahın köründe, dondurucu soğukta veyahut kavurucu sıcakta işe gidiyor, ardından evdeki işleri yapmakla yükümlü oluyordum her seferinde. Bu sırada da kardeşlerimi dedemin gazabından korumaya çalışıyordum. Daha 12 yaşındaydım, ancak ruhum neredeyse 100 yaşında gibiydi. Bu durumdan o kadar sıkılmış, öyle yorulmuştum ki, çoğunlukla ölmeyi bile istemiştim. Ama sonrasında kardeşlerimi bu dünyada bir başına, çaresiz bir şekilde bırakamayacağım aklıma gelmiş; her seferinde ayağa kalkmıştım. Daha doğrusu, ayağa kalkmak zorunda kalmıştım.

7 Kardeşin ÖyküsüWhere stories live. Discover now