"1994
17 Mayıs
Bugün okuldan çıkınca son iki haftadır yaptığımız gibi okula oldukça yakın olan küçük bir parka gittik. Bu parkı yaklaşık iki hafta önce keşfetmiştik ve o gün bugündür her gün okul çıkışında oraya gidiyor ve eski çürük çardaklarda oturup sohbet ediyorduk. Bu park korku filmlerinden fırlama bir park gibiydi. Bizden başka bu parka giden yoktu, yalnızca kediler ve biz ikimiz. Bu park öyle açıkta duran bir park değildi, uzun ve yaşlı ağaçların yaprakları tarafından küçük bir köşeye sıkıştırılmış gizli bir parktı. Yani en azından biz buraya 'gizli park' demenin daha havalı olduğunu düşünüyorduk. İşin aslı oldukça eski ve kırık dökük bir ye olmasıydı. Muhtemelen bu yüzden hiçbir ebeveyn çocuğunu bu parka getirmiyordu. Pis bir yerdi. Ama sessizliği ve sakinliği arayan iki liseli öğrenci için fazlasıyla yeterliydi.Parka gitmeden önce markete uğradık ve birkaç atıştırmalıkla birlikte bir şişe soju aldık. Bir şişe aldık çünkü param fazlasına yetmezdi. Sojuyu alırken kasiyer kadına yakalamamış olmamızda büyük bir şanstı. Eğer dikkatli gözlere sahip olsaydı üzerimizdeki lise forması gözüne mutlaka çarpardı. Belki de sadece görmezden gelmişti. Sonuç olarak bir şişe sojuyu iki kişi içecekti. Bu Han'la olan ilk dolaylı öpüşmemiz olacaktı. Tanrım! Han'la olan arkadaşlığımızı romantize etmeyi kesmeliydim! Acilen!
Şu sıralar düşündüğüm bir konu vardı. Ciddi ciddi kafa yorduğum bir konu. Bazen düşünüyordum da acaba hiç hayatıma girmemiş gibi Han'ı hayatımdan çıkarıp onu unutmaya mı çalışsam diye. Bu biraz acımasızca olabilir ancak bu arkadaşlığın sonunda üzülecek kişi ben olamam. Han da olamaz tabii. Ama hayat hakkında bildiğim bir şey varsa o da bazen bencillik yapmanın iyi olduğuydu. Bencil insanlardan nefret ederdim ancak konu ilişkilere girdiğinde ayağımı yere sağlam bastığımdan emin olana kadar her şeyi yapardım. Düşmeyi göze alamam. Bu belki korkakların yapacağı bir iş ancak bu pek de, tabiri caizse, sikimde değil. Kendimi düşünmeye ve mutlu olmaya çalışıyorum. Han'la arkadaşken mutlu olamıyorum. Kafayı sıyırıyorum. Bu kadar yakınımdayken eline bile dokunamıyorum. Deli oluyorum. Bu yüzden buna katlanmaktansa onu hayatımdan çıkarmayı düşünüyorum. O beni kolayca unutabilir onun için sıradan bir arkadaşım, bu yüzden onun duyguları için fazla kafa yormamaya çalışıyorum. Ama bazen farkında olmadan yine onu düşünüyorum. 'Acaba üzülür mü' diye düşünüyorum. 'Acaba yine de teneffüslerde yanıma gelir mi' diye düşünüyorum. Düşünmemeye çalışıyorum ama içten içe ümit ediyorum. 'Belki beni bırakmak istemez' falan diyorum. Bu bugüne kadar sadece zihnimde düşündüğüm bir konuydu.
Parkta akıcı ve eğlenceli bir sohbet konusuna dalıp gitmişken birden düşünmeden ona bu düşüncemi söylemeyi en az onun kadar bende beklemiyordum.
"Ne?" dedi. "Neden benimle arkadaş kalmak istemiyorsun?" diye mırıldandı ve bana melül melül baktı. "Sıkıcı mıyım?"
"Hayır, tabi ki de hayır. Uzun zamandır hiç eğlenmediğim kadar çok eğlendim seninle." dedim dürüstçe. "Sorun seni sevmiyor olmam değil, sorun... sorun seni..." diye geveledim ve en sonunda pes ettim. Bilmesi gerekmezdi. Ancak bilse bir şey değişmezdi. Her türlü onu unutmam gerekecekti. Üstelik ne düşündüğü de umrumda değildi. Onu hayatımdan çıkaracaktım ve ben hayatımın bir parçası olmayan insanların ne düşündüğünü pek kafaya takmazdım.
"Sorun ne?" diye sordu.
Gözlerimi onun koyu gözlerinden kaçırıp çürümüş tahtadan masaya baktım. "Sorun seni sevmemem değil, sorun seni gereğinden çok daha fazla seviyor olmam." dedim ve dudaklarımı sertçe birbirine bastırıp bir şey demesini bekledim. Bir şey demediği için zoraki olsa dahi bakışlarımı onun yüzüne çevirdim. Suratındaki ifadeye bakıp tepkisini görmekten korkmuştum. Ancak beklediğim tepkiden ok daha farklı bir tepkiyle karşılaştım. Suratını buruşturmuş bana tiksinir gibi bakmıyordu. Gözleri yaşlarla dolmuş ağlıyordu. Neden ağlıyordu?
Suratını benden gizlemek için başını öne eğdi, ancak hala yanaklarından tane tane akan gözyaşlarını görebiliyordum. "Madem seviyorsun neden arkadaş kalmak istemiyorsun?" diye mırıldandı başını kaldırmadan.
"Hayır, beni anlamadın." dedim. "Seviyorum derken..."
"Demek istediğini anladım!" dedi. "'Arkadaş kalamayız' demek bana duygularımı sormaktan daha mı kolay geldi sana? Neden bana fikrimi sormayı denemedin?"
"Bana o şekilde bakmayacağını düşündüm."
"Benim duygularımı nereden bileceksin ki sen?" diye homurdanırken eğdiği başını kaldırdı ve önce burnunu sonra da diğer eliyle gözyaşlarını sildi.
"Özür dilerim." dedim,
"Özür dileme lütfen."
"O halde ağlama, suçluluk hissi iğrenç bi his." dedim. Kısa bir sessizlik oldu. Sessizliği de dayanamayıp ben böldüm. "Ayrıca, duygularını önemsiyorum, biliyorsun değil mi?" dedim. Başını onaylar biçimde sallamakla yetindi.
Ardından bir sessizlik bulutu daha çöktü aramıza. Bu parkın sevdiğim yönü d buydu işte, sessizdi.
Han, bir kez daha gözyaşlarını sildi ve bana ters bir bakış attı. "Hala sormuyorsun." diye homurdanırken kaşlarını çattı. Kaşları çatıkken bile çok tatlıydı.
"Şey, haklısın." diye mırıldandım ve ardından da boğazımı temizledim. Heyecandan tüm vücudum gerildi ve boğazıma koca bir yumru yerleşip tek kelime etmeme izin vermedi. Omuzlarımı geriye atıp duruşumu dikleştirdim ve sonra da öne eğilip Han'ın ellerine uzandım. Utandığından mı yoksa hala ağlıyor olduğundan mı bilmiyorum ama başını yine öne eğdi.
"Uzun süredir senden o manada hoşlanıyorum, Han. Ve eğer senin de düşüncelerin o yöndeyse benimle birlikte olur musun?" dedim ve ardından da mırıldanarak ekledim. "Aksi taktirde kafayı sıyıracağım."
"Olur." diye mırıldandı. Ve sanırım olduk.
O gün şer süre daha takıldık ve bir ara bana 'sevgilim' dedi. Bu lafı o diyene kadar klişe bulurdum. Ama o söylediğinde hep duymak istediğim bir lafa dönüştü. Lütfen bana ölene dek 'sevgilim' de, Han."

YOU ARE READING
The Dead Cat | Minsung ✓
RomanceDÜZENLENİYOR~ Sevgilisinin ölümünün ardından tıpatıp ona benzeyen birisiyle tanışan Han Jisung zamanla bu benzerlikler arasında kafası karışır ve ne yapacağını bilemez hale gelir.