Seul'e vardığımızda akşamdı bu yüzden hiç zaman kaybetmeden eve gittik.
Ertesi sabah uyandığımda Lino yanımda değildi. Kalkıp salona gittim. Kedilerle oyun oynuyordu.
"Günaydın."
Bana dönüp baktı.
"Uyanmışsın."
"Saat kaç?" uykulu gözlerimi ovuşturdum.
"On bir."
"O kadar da geç değil."
"Geç." diye itiraz etti.
Yanına oturdum. "Nasılsın? Yani yaraların?"
"İyiyim."
"Hala anlatmadın." dedim.
"Biliyorum," dedi solgun sesi.
"Çok mu ısrar ettim?" diye sordum. Sürekli onu anlatması için zorlamak istemiyordum.
"Hayır," dedi. "Sadece endişelendin."
"Üzgünüm."
"Üzülmeni istemiyorum. Asla."
Başımı omzuna yasladım.
"Amcam." dedi. "Bazen fazla kaba olur o kadar." zorla yutkundu.
"Yani öz amcan mı yaptı?"
"O kadar da kötü değil." güldü. "Sadece hıncını benden çıkarıyor."
"Bu çok fazla."
"Hayır, fazla değil. Fiziksel acı ruhsal acıya göre fazla değil."
Bana gülümsedi ve alnımı öptü.
"Neden sana bunu yapmasına izin verdin? Onu durdurabilecek güce yeterince sahipsin."
"Sanırım. Sanki bunu hak ediyormuşum gibi geliyor."
"Ne? Asla. Asla bunu hak etmiyorsun."
Sessiz kaldı.
"Sana böyle düşündüren ne?"
"Bilmiyorum, ben sadece... bunu hak etmişim gibi hissediyorum."
"Asla hak etmiyorsun."
Bana acı bir gülümsemeyle baktı. "Teşekkürler."
Bende ona gülümsedim.
"Kendine acımasızca davranmayı bırak. Bunu hak etmiyorsun."
Kucağıma yattı, ben de saçlarını okşadım.
"Eğer Minho geri dönseydi," dedi "yinede benimle olur muydun?"
Kalbim tekledi. Bunun cevabını ben de bilmiyordum.
"Eğer bana bahsettiğin çocuk geri dönseydi benimle kalır mıydın?" bu yeterli bir cevaptı.
"Sanırım ikimizde birbirimizin son çaresiyiz." dedi gülerek.
"Ne? Hayır, ikinci seçenek diyelim."
"Buda pek iyi sayılmaz ha?"
"Son çareden iyidir." dedim ve kıkırdadım.
"Sonuç olarak ikimizde aşık olduğumuz çocuğu kaybettik, ve yeniden aşık olduk. Birbirimize."
"Sanırım öyle."
Onu dudağından öptüm.
"Bu rahatsız ediciydi." dedi.
"Ne?"
"Ah, hayır öpücüğün değil. Tersten olmuyor..."
Kucağımdan kalktı ve karşıma geçti. Sonra bana yaklaşıp beni öptü.
"Gördün mü? Bu daha rahat."
"Eh, sanırım öyle."
Onu tekrar öptüm, o da beni öptü ve bir süre orada öpüştük.Stüdyoyu kullanmamız için artık bir sebebimiz yoktu, ben de yeni bir sebep bulmak için Minho'ya doğum gününde verdiğim defteri aramaya başladım. Onun için yazdığım şarkıları yeniden bestelemek istedim.
Minik bir aramadan sonra nihayet defteri buldum.
Yazdığım şarkılara göz attım, bazıları çok utanç vericiydi ama kafiyeler güzeldi.
Lino yanıma geldi.
"Ne yapıyorsun bakalım?"
"Hiç, eski bir şarkı defterini inceliyordum."
"Oo." dedi heyecanlı heyecanlı.
"Belki yeni bir şarkı yaparız diye düşündüm."
"Güzel fikir." dedi. Defteri ona uzatınca hemen alıp içine bakmaya başladı.
"Bazıları utanç verici lütfen onları geç." dedim utanarak.
"Sorun değil, utanç verici şeylere alışığım." pis pis sırıttı.
"Sağol ya, çok iyisin."
"Biliyorum." diye şakalaştı.
Birlikte şarkılara bakıp hangisi üzerinde çalışmamız gerektiğini düşündük. En sonunda bir şarkıya karar verdik. Stüdyoya gitmek için hazırlanıp arabaya bindik.
"Araba kullanmaya alışmış gibisin."
"Zaten alışıktım." diye tersledi.
"Peki." diye homurdandım.
Çok fazla trafik vardı ve yağmur başlamıştı.
Boşalmış yolda hızla ilerliyorduk ve yolun ortasında ölü kedi gördüm.
"Hey Lino, ölü kediye dikkat et." dedim. Onun küçük ölü bedeninin üzerinden arabayla geçmek onu öldürmek kadar berbattı.
"Ne?"
"Kediye, ölü kediye dikkat et!" diye bağırdım.
Lino direksiyonu sola doğru kırdı ve o sırada oradan geçen bir bisikletliye çarpmamak için direksiyonu hızla çevirdi. Geldiğini farkında olmadığımız bir arabaya çarpmıştık. Havada süzülüp takla attığımızı hatırlıyorum. Araba ters dururken kırmızı-mavi yanan ışıkları ve gürültüyü hatırlıyorum. Kanlarla kaplanmış sevgilimin eline uzandığımı, ve elini tutamadığımı hatırlıyorum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Dead Cat | Minsung ✓
RomanceDÜZENLENİYOR~ Sevgilisinin ölümünün ardından tıpatıp ona benzeyen birisiyle tanışan Han Jisung zamanla bu benzerlikler arasında kafası karışır ve ne yapacağını bilemez hale gelir.