2. TEŞKİLAT

291 118 313
                                    

Hepinize selam dostlarım.

Bölüme bol bol oy ve yorum atmayı unutmayın. Keyifli okumalar!


****

K

üçükken bir keresinde evde yalnızdım, hava o zamanlar çok soğuktu ve babam da çoğunlukla işteydi.

O zamanlar önce dışarı çıkıp Mert'ten gizli karda oynamış, sonra da üşüyüp eve gelmiştim. O an sıcak soba ilgimi çekmişti ve ben de sobaya ellerimi tutmuştum sorumsuzca. Tabii ki elimin yanacağını bilseydim bunu yapmazdım ama o anlık gelen ısınma isteği buna engel olmuştu.

Elim yanmıştı, acı vermişti. Elimin yanığı yüzünden önce çok korkmuş, sonra ise ağlamaya başlamıştım. Korkmuştum, o an ellerimden öte her şeyden korkmuştum. Olacaklardan, elimin alacağı halden..

Fakat ben, birine sığınmak yerine babam gelene kadar beklemiştim. Bu sırada ise elim morarmış ve çatlamıştı, berbat göründüğünü biliyordum. Ertesi gün herkesin tuhaf bakışlarla alay edeceğini de.

Babam işten eve geldiğindeyse çok korkmuştu, hızlıca ellerimi soğuk suya sokmuştu. Bir yandan da "Neden Sıla ya da Mert'in yanına gitmedin?" diye kızmıştı.

Sıla Baysal benim akrabamdı, annesiyle babası o küçük yaşta iken bir trafik kazasına kurban gittiğinde, babam onu bizim yanımıza almıştı. O benim kardeşim olmuştu, çocukken o benim yanımda kaldığı için ister istemez onunla çok samimi olmuştuk.

Aynı zamanda Mert Gür vardı, o ise benim korumam, bir nevi de kardeşimdi. Bir ailesi yoktu, kimsesizdi. Devlet her savcıya bir koruma verdiği gibi bana da Mert Gür'ü atamıştı. Eski asker Mert Gür ise zamanla benim için değerlilerimden biri olmuştu; ona bağlılığım tarif edilemezdi.

İkisi de benim kardeşimdi ancak ben o gün ikisinin de yanına gitmemiştim. Çünkü Mert bu halime karşın korkacak ve babama erkenden haber verip onu endişelendirecekti, Sıla ise bu halime üzülecekti, zaten onu kan tutuyordu.

O gün ben sığınacak en iyi limanı babam olarak tanımıştım, insanın babası olmasa bile sığınacak bir limanı olmalıydı her zaman.

Ve bugün daha başka bir gerçekle yüzleşiyordum; Cesur Arda Karataş'ın sığınacak, göz yaşlarını silecek ve onun için endişelenecek kimsesi yoktu.

O, o karanlık hücrede tek başına günlerce kalmıştı ve hala kalıyordu. Yalnızdı, kimseyle konuşamıyordu ve orada öylece duruyordu. Ne biri ona mektup yazar, ne de onunla sohbet ederdi.

O yapayalnızdı.

O kimsesizdi.

Bu bir insan için çok ağırdı. Boynuna bir urgan geçirilmesi, ve o urganı kimse olmadığı için kendisinin itmesi kadar ağırdı.

O ağırlık şimdi ise benim ruhuma işlemişti, bu farkındalık bana sadece acı getirmişti. Bir mahkuma üzülüyordum.

Ağırlıkla duştan çıktığımda, üzerime her zaman giydiğim siyah kalem eteğimi, kar beyazı gömleğimi ve siyah ceketimi geçirdim. Aralarında beyazların da bulunduğu kahve saçlarımı hızlı bir şekilde bağladıktan sonra, Sıla'nın odasına girdim.

Sıla öylece yatıyordu, henüz uyanmamıştı. Benim gibi koyu kahve saçları yatağa dağılmış, yastığına saçılmıştı. Mışıl mışıl uyuyordu, her ne rüya görüyorsa güzel olmalıydı. Odasının kapısını kapatarak hızlı adımlarla alt kata indim. Kalın kabanımı alarak dışarı çıktım.

BEYAZ GÜLWhere stories live. Discover now