2 İpe Atılan İlk Düğüm.

1.3K 48 15
                                    


Selamm askocumlar, gerilim, macera kitabıma yine en mutlu halimle giriş yapıyorum, çünkü neden olmasın.
Bu bölüm iplere ilk düğümlerin atıldığı, yavaş yavaş dolanmaya başladığımız bölümlerimizden.
Sizi şöyle okumaya, ve oy ve yorum atmaya almak istiyorum. İyi okumalar!

"Ölsem Yeridir- Yüzyüzeyken Konuşuruz
Ciglik- Redd"

"Mercan, Efsun!"

Gözlerimi odadan ayırıp arkamı döndüğümde Ayperi'nin tedirgin yüzüyle karşılaştım.

İkimizde Zülâl'in çığlığını duymuştuk.
Yıllar gibi gelerek yürüdüğüm on beş adımlık koridoru bu kez saniyeler içinde bitirmiştim.

Salona girdiğimde Zülâl dış kapının kilidini açıyordu ve Efsun yoktu.

"Zülâl, Efsun nerde?" Elleri titreyerek kapının kilidini açmaya çalışıyordu.
"B-bilmiyorum!" Derin bir nefes aldı.
"Balkona bakmak istediğini söyledi, elinde bibloyla balkona çıktı. Sonra biblonun yere düştüğünü duydum, kırıldığını. Balkona çıktığımda bomboştu ve ne bir ses ne bir seda! Kafayı yiyeceğim!" Ayperi de ben de şokla yüzüne bakakaldık.

"Sen ne gördün odada Mercan?"
Ayperi'nin sorusuyla dikkatimi toplamaya ve mantıklı düşünmeye zorladım kendimi.

"Kapıyı açtığımda yerde bir duvar saati vardı, kırılmıştı, paramparçaydı ve büyük bir parçası yatağın üzerindeydi. Camlar açıktı ve beyaz tüller fırtınada içeriye doğru uçuşuyordu. Kimse yoktu."
Cam hep açık olsa bile fırtına saatlerdir devam ediyordu, saat düşecek olsa çoktan düşerdi.
Ayrıca büyük bir parçanın yatağın üstünde olması? Kendi kendine yatağın üstüne çıkmış olamazdı.

İçeriye biri girmişti.

Zülâl kapıyı açıp kapıdaki crocsları giyip koşarak merdivenlerden inmeye başladığında ben ve Ayperi de aynı şeyi yapıyorduk. Bu fırtınada üzerimizdeki ince pijamalarla çevrede Efsun'u arayacaktık. Anlayamıyordum, dördüncü kattaydık, nereye kaybolmuş olabilirdi ki, hemde dakikalar içerisinde?

Sonunda merdivenlerden inmeyi bitirdiğimizde cebimden telefonu çıkardım ve flaşı açtım. Apartmanın dört bir tarafına bakıyorduk ve etrafımda dönerek her yere bakmaya çalışıyordum.

Apartmana arkamı döndüğümde sağımızda orman solumuzdaysa bir müstakil ev ve onun bitiminde mahallemize giren sokak başlıyordu, evler karşılıklıydı ve tatlı bir bakkal, bir mahalle kuaförü bile vardı. Bu mahallede kötü bir şey olmazdı, olabilecek en kötü şey bizim çocukların veya kuaförde kötü olan bir saç yüzünden kadınların birbirine girmesi olabilirdi.

Orman çocukların gözde oyun alanı olurdu, her yaramaz çocuk ormanda kaybolur ve uzun soluklu bir telaştan sonra bulunurdu. Hiç kötü bir olay ne duymuştuk ne de yaşamıştık, hırsız bile girmezdi burada evlere.

"Kızlar, ayrılamayız, beraber bakalım ve hızlı yürüyün, her yere dört gözle bakın!"

Saat dörde geliyordu.

Kızlar başlarını salladıklarında önce hızlıca bir etrafı süzdüm ve sonra flaşımı kaldırarak çevreye bakınmaya başladım. Çıplak gözle gece ve fırtına varken görmesi oldukça zor oluyordu. Şiddetli rüzgar görüş alanımı hayli kısıtlıyordu.

Zülâllerin evinin balkonunun aşağısına bakıyorduk, etrafına. Her yer aynıydı, tıpkı her gün gördüğümüz gibi. Ormana doğru ilerlemeye başladım, eğer dördüncü kattan bir şekilde kaçmayı başarabildiyse, ya da belkide o eve giren veya girmeye çalışan kişiyi kovalıyorduysa, ormana gitmiş olmalıydı. Orman yönüne doğru koşmuş olmalıydı çünkü en yakın saklanabileceği yer burasıydı, burada bu fırtınada bulunması imkansıza yakındı.

GÜNAHKÂRLAR: MAHZEN(Düzenleniyor)Where stories live. Discover now