❤️‍🩹

2.2K 150 302
                                    



Saat 23.59, Sancak'ımın doğum gününün son dakikası. Bu bölümü yazarken ağlamaktan helak oldum, gözlerim çıktı ama 10. Bölümü bitirmeye gidiyorum.

Biraz şerefsiz olsan da, iyi ki doğmuş ve iyi ki zihnime düşmüşsün, güzel çocuğum. Zihnimdeki kaostan senin sayende çıktım.

Sarı Yüzbaşı'mız iyi ki var.❤️‍🩹




DOĞUM GÜNÜ ÖZEL BÖLÜMÜ
ALTAY SANCAK ATAKANLI
21.01.1992




21.01.2006, Adana

Önce saçlarında tüy gibi bir dokunuş hissetti çocuk, sonra bilinci yavaş yavaş açılmaya, adeta boşluktan düşer gibi kendine gelmeye başladı. Bilinci en az saçlarındaki dokunuş kadar yavaş bir biçimde açıldı, algıları yerine gelince o dokunuşa eklenen bir de ses duydu. Bu da en az o dokunuş kadar nahif, ince bir sesti.

"Uyan, benim güzel oğlum," diyordu ses. Kime ait olduğu barizdi. Artık gözlerini açması gerektiğini hissetti, sakince, acele etmeden gözlerini yavaşça kırpıştırdı ve gözlerindeki buğunun geçmesini bekledi.

Gözlerini açtığında karşısında gördüğü ilk yüz, babaannesine ait olan tombik surattı.

Göz göze geldiklerinde, babaannesinin çekik mavi gözlerinde sevgi ve şefkat dolu bir bakış vardı. Anne şefkatine batırılmış elleri, saçlarını okşamayı sürdürdü. "Günaydın, güzel çocuğum," dedi babaannesi, yaşlılıktan dolayı incelmeye ve kurumaya başlamış dudaklarının kenarında bir kuşun bir ağaç dalına tünemesi misâli, sıcak bir tebessüm belirmişti. "İyi uyuyabildin mi bakalım?"

Çocuk gülümsemedi, sadece onunkinin bir yansıması olan, ondan aldığı buğulu gözleriyle babaannesinin gözlerine baktı. "Eh işte," diye mırıldandı, uykudan kalktığı için hafifçe çatlamış sesiyle. Daha ergenliğe henüz girmişti, sesi oturmadığı için arada kalmış, yarı çocuksu yarı kalınlaşmaya başlamış bir sesi vardı.

Babaannesinin ondan ayrılmayan bakışları sekteye uğradı, saçlarını okşayan eli duruldu ve bakışlarında bir şeyler kırıldı. Görüyordu çocuk, gözlerinde. O onlara yansıtmamaya çalışsa da, biliyordu babaannesi. İyi uyuyamadığını da, neden uyuyamadığını da...

"Yine kötü kötü rüyalar mı görmüş benim güzel torunum?" dedi babaannesi, hüzün oturmuş gözlerini yüzünde gezdirirken. Ama küçük çocuğun gözlerinde de, yüzünde de hiçbir şey yakalayamadı. Ona geldiğinden beridir böyle bakıyordu bu çocuk. Donuk, ifadesiz, sanki ferini kaybetmiş gibi... Bu durum içine veriyordu ama hiçbir şey yapamıyordu torunu için. Bu da onu daha çok üzüyordu.

Ama çocuk, babaannesinin gözlerine yansıyan kırık kalbi gördüğünde, hiç beklemediği bir tepki verdi. Konuşmadı ama başını salladı. Babaannesinin ondan gizlemeye çalıştıklarını ucundan da olsa görüyor oluşu, yüreğini burktu. Başını sallayarak onayladığında, babaannesi gözlerini yumup derin bir nefes aldı. O nefesin nasıl boğazına battığını, göğsünü nasıl sıkıştırdığını, kalbini nasıl yaktığını bir kendisi, bir Allah, belki bir de babasına zannettiğinden de fazla benzeyen bu çocuk bilirdi.

Gözlerini açtığında gülümsüyordu ama gülümsemesinin bir kanadı kırıktı, tıpkı bir tarafı asla iyileşmeyecek ruhu gibi. Çocuğun dikkatli gözlerinden bu da kaçmadı tabii ki. Babaannesinin yüzüne oturan buruk gülümsemeye çarptığında, donuk bakışlarındaki buz kristalleri tek tek kırıldı, ifadesizliği bir duman gibi yavaşça dağıldı ve can yakıcı bir bakışla baktı babaannesinin yüzüne. Onun bir de kendisi için üzülmesini istememişti hiçbir zaman ama bunun kendi elinde olmadığının ayırdına çoktan varabilmişti. O ne yaparsa yapsın, kalbinde saf bir sevgi taşıyan kadın, her türlü üzülecekti. Zira hüzün, onların hayatında davetsiz bir misafir olmaktan çıkıp her gün gördükleri bir aile ferdine evrileli seneler oluyordu.

İZMİHLÂLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin