14, guy talk

78 13 70
                                    


öğlen saat 3'tü ve yoongi bittersweet cafe'de acı kahvesiyle oturmuş, arkadaşını bekliyordu.

bir avucuna yüzünü yaslarken diğer eliyle içeceğine pipetle daireler çizerek karıştırıyordu. bulunduğu durumu görmesi için yoongi'nin aynaya ihtiyacı yoktu. büyük ihtimalle soluk tenindeki koyu halkalar çok göze çarpıyordu ve uzun süreli ağlama krizlerinden dolayı gözleri kıpkırmızıydı. bu da, kafası iyiymiş gibi gözükmesine neden oluyordu.

yoongi'nin en yakın arkadaşını, güzel güneşini en son görüşü üzerinden tam olarak 4 gün geçmişti. hoseok'u sandığından çok daha fazla özlemişti, ona cidden fena sarılmak istiyordu. yeniden ve yeniden.

ding! kafenin ön kapısındaki zil şıngırdadı ve kapı açıldı. irite olmuş ama meraklı bir park jimin, kendilerine özgü kahve kokusuyla karşılaştı içeri adım atar atmaz. ufak sarışının izin günüydü, ve gereksiz bir nedenle iş yerine gelmekten nefret ediyordu. ama en yakın arkadaşlarından birinin ona ihtiyacı vardı sonuçta. o kimdi ki yoongi'yi başından savacaktı?

jimin'in gözleri, kendininkine çok yakışan diğer minyon figürü buldu. ve dürüst olmak gerekirse, fark ettiği ilk şey saçlarıydı. yoongi'nin doğuştan koyu renkli olan saç dipleri, günlerdir fırçalanmamış sarı saçlarıyla tezatlık oluşturuyordu. bakımsızdı, bu da ufak sarışını ensişelendirdi. çünkü yoongi genelde bakımına dikkat ederdi ve şu anki durumu jimin için büyük bir çeşit tehlike gibiydi.

"dünya omuzlarına yıkılmış gibi görünüyorsun." dedi jimin. yoongi başını kaldırdığında arkadaşının sandalyeyi çekip oturduğunu gördü.

"aslında... evet. yıkıldı." içini çekti, hâlâ kahvesini karıştırıyordu. jimin hyunguna endişeyle baktı. bir şeyler kuşkusuz tersti, ve öğrenmek için sabırsızlanıyordu.

"peki, izin günümde beni iş yerime çağırma nedenin ne hyung?" ortamı yumuşatmak için şaka yapmaya çalışmıştı sözde, ama yoongi'nin kalbi hızlandığında anlaşıldı ki pek bir yararı olmamıştı.

jimin'e geçen gün olanları anlatmak üzere olduğunun farkındalığı yüzüne çarptığında biraz paniğe kapıldığını hissetti. yoongi normalde, bir şeye gerilse bile söyleyemezdi. elbette, ne olursa olsun jimin'in onu destekleyeceğini biliyordu, bu yüzden ona anlatmamak için bir nedeni de yok denebilirdi.

adam ol, çük kafalı, içinden kendine saydırıyordu. gerginliğini kenara koy. her şekilde öğrenecek, bari çabuk bitsin.

yoongi kahve bardağını elleri arasında sıkıştırdı ve dişlerini birbirine bastırdı, konuşmak zordu. sakinleşmek için bir süre nefes alıp verdi.

"onu öptüm."

jimin tek kaşını kaldırdı ve beynine duyduklarını hazmetmesi için süre verdi. yoongi, arkadaşının ağzı tamamen açılana ve gözleri büyüyene kadar tek tepkisinin bu olacağını düşünüyordu. "...ne?"

sözleri kısaca, fısıltı gibiydi. yoongi kırmızı yanaklarıyla masaya baktığında kalbi çıkıp düşmüş gibiydi.

ufak sarışın, ellerini saçları arasında dolandırırken dirseklerini masaya dayadı. "kimi? hoseok'u mu?"

yoongi başını kaldırmadan hâlâ parmaklarıyla oynuyordu. nedense jimin'in yüzüne bakmak istemiyordu. "mhm... e- evet."

"bana düşünmem için birkaç saniye ver." dedi jimin, sesi usulca uzaklaşıyordu. yoongi'nin başı yukarıya kalkarken zihni, hisleri yüzünden jimin'in ona kötü tepki vereceği endişesiyle doldu. " 'düşünmek'..?"

jimin gözlerini ovuşturdu. "az önce resmen bana eşcinsel olduğunu söyledin! bunu sindirmem lâzım yoongi hyung!"

yoongi ağzını örtmek için jimin'e atıldı. "kapasana çeneni! insanlar seni duyabilir." birisi duymuş mudur diye gözlerini küçük kafede hızlıca gezdirdi. şükür, kimse duymamıştı.

soap 𖥸 yoonseok [türkçe çeviri]Where stories live. Discover now