Fabrika

21 2 9
                                    

    Moskova'nın dondurucu soğuğu ve gri havasına, tıpkı hava gibi gri, soğuk ruhlu insanlar eşlik ediyordu. Askeri üssün kilometrelerce uzağında düz bir araziye gelmişti genç kız ve 2 asker. Kimsenin yüzü gülmüyordu, cesetten farksızlardı. Fakat onlar ölüm makinesi olan cesetlerdi. En azından iki asker öyleydi ve yanlarındaki kızı da tıpkı kendileri gibi yapmak istiyorlardı; soğuk, acımasız, cesur ve kana susamış bir canavar gibi. 

    İki askerin üstünde Rus askeri üniformaları vardı. Soğuk havadan ötürü üstlerine yeşil parkalarını da giymişlerdi. Dizlerinin altında biten botları ile karda izlerini bırakıyorlardı. Başlarına geçirdikleri uşankalar onları soğuktan koruyordu. 

    Yanlarındaki 16 yaşındaki kızın ise üstünde sadece bol bir tişört, yine aynı şekilde bol bir pantolon ve ayakkabılar vardı. Kıyafetlerin içinde o kadar tuhaf görünüyordu ki. Yanındaki askerler gibi değildi. Maral'ın annesinden aldığı siyah saçları ve kahverengi gözleri vardı. Ama bu askerler, sarışın ve mavi gözlüydü. Ruhsuz, buz gibi mavi gözlere sahiptiler. 

    Askerlerden biri elinde tuttuğu silahı, kızın önüne attı. Alayla gülüp yanındaki askere doğru Rusça bir şekilde "Sence yapabilecek mi Barkov?" diye sordu. Barkov denen asker ise aynı soğukkanlı ve acımasız gülüş ile "Yapamazsa sonuçlarına katlanır. Süre tutmaya başla Yugov." dedi. 

    Kaşlarını çatarak karşısındaki kıza bakıp "Silahı al ve koşmaya başla Karaca!" diye emir verdi. Genç kız titreyen elleri ile silahı kavrayıp kaldırdı, çok ağırdı ama bu silah. Silahı kucaklayarak karda bata çıka yürümeye başladı. Hızlanmaya çalıştığı zaman yere düşüyordu. Bütün bedeni titriyordu soğuktan. İki asker kahkahalarla gülerken Yugov "Başla!" diye bağırdı uzaktan. Maral gözlerini kapattı sıkıca. Hayır, söylemek istemiyordu. Onlar gibi Rus askeri olmayacaktı. 

    Sessizliği devam ederken onu ensesinden kavrayan el ile durdu olduğu yerde. Karşısında duran Barkov'un gözlerine baktı bomboş bakışlarla. "Hadi." diye fısıldadı titreyen sesiyle. Ölmek istiyordu, bu işkenceyi çekmek yerine ölmek daha iyiydi. 

    Kulaklarını çınlatan bir kurşun sesi duymak yerine boynunda keskin bir ağrı hissetti. Başını hafifçe çevirdiğinde ise Yugov'un elindeki iğne ile göz göze gelmişti. Gözleri kapanmak üzereyken son söylediği şey ise "Hayır..." oldu.

*****

    Genç kadın nefes nefese kalmış hâlde sıçrayarak uyandı ölüm uykusundan. Gözlerini kırpıştırıyordu nerede olduğunu idrak etmeye çalışırken. Dün gece uyuyana kadar bakıştığı tavanla karşılaşınca rahatlamış şekilde nefes alıp verdi. Elleriyle yüzünü kapatırken "Çık kafamın içinden." diye fısıldıyordu titreyen sesiyle. 

    Sakinleşmesi birkaç dakikayı bulurken yattığı yerden kalktı yavaşça. Elisa ve Berfu daha uyuyordu. Telefonundan saate baktığında ise henüz sabahın beşi olduğunu gördü. Operasyona ne zaman gidilecekti? Bugün ne yapılacaktı? Hiçbir şey bilmiyordu. Minik adımlarla ilerlerken ses çıkarmamaya özen gösteriyordu. Lavaboda yüzüne tokatlarcasına soğuk su çarptı defalarca. Kendine geldiğine emin olunca merdivenlere yöneldi. 

    Salonda sadece Kuzey vardı, o da yastığına sarılmış hâlde horlayarak uyumakla meşguldü. Kaptanın yattığı koltuk boştu, battaniye özenle katlanmış ve kenara koyulmuştu. Omuz silkti Maral kendi kendine. Ona neydi adam neredeyse? Mutfağa doğru ilerlerken kapıda durdu kısa bir an. Kaptan ve Turgut masada karşılıklı oturmuş şekilde konuşuyorlardı. 

    Sessiz kalıp konuşmayı dinlemeyi denese de Kaptan daha ayak seslerinden anlamıştı geldiğini. "Günaydın üsteğmen." dedi alayla. Maral ise zoraki bir gülümseme ile başını salladıktan sonra onu görmezden gelerek Turgut'a "Günaydın." deyip dolaptan aldığı bardak ve sürahi ile kendine su doldurdu. 

ETERNALWhere stories live. Discover now