Asıl olaylar

76 45 22
                                    

“evet, ne var?”
“Ne mi var? Azra kendine gel!”
“Ne var Melis geldim. Bir dakika, o elindekiler ne?”
“Demir, soğuk demir.”
                                                     ******
Yarım saat önce…
Olayların çıkmasından sonra Melis hafifçe kapıyı aralayıp boynundaki o kolyeyi kıyafetinin üstüne çıkardı. Öyle çok korkuyordu ki adeta gözlerinin göz bebekleri kocaman olmuş eli ayağı tir tir titriyordu. Ama korku en temel uyarıcı niteliğinde olsa da cesaret değer verdikleri için bu dürtünün önüne geçiyordu. Bir yandan da bir eliyle kolyeyi tutuyordu. Önce kapıyı çaldı.
“Merhaba kimse yok mu? Sesimi duyan bir hasta var mı?”
Her yer zifiri karanlıktı. Adeta göz gözü görmüyordu. Bir yandan camdan gelen rüzgarın çıkardığı o uğultu Melis’in kulağına bir şeyler fısıldar gibiydi. Kolay değil onca yaşanılandan sonra gecenin biri karanlık ve yarı insan tarikatın dışarıda fink attığı zamanda bir odaya girip iki tane soğuk demir alabilmek büyük cesaret ister. Ama o cesaretini topladı. Derin nefes aldı. Odada sadece kırık bir camdan ses geliyordu. Duymamazlıktan geldi. Ve oradan ayrıldı.
Acaba gelen o ses, neyin sesiydi? Ya da kimin hayaliydi?”
“nereden buldun?”
“Yan odadan dedim ya sana, Azra sen beni nasıl dinliyorsun?”
“Aklım bu aralar gidip geliyor, neden bilmiyorum.”
“Aklın kimde?”
“”Kimde mi? Melis kimden bahsettiğini anlıyorum! Saçmalamayı bırak! Öyle bir şey değil.”
“Bak sen… Nasıl bir şeymiş Azra Hanım?”
“Öncelikle bana resmi olmaktan vazgeç! İkincisi ben onunla ilgilenmiyorum. Ya, bir kere benim tipim değil.”
“Ne! Sen ne dediğinin farkında mısın? Ne demek tipim değil? Oysaki benim…”
O esnada koridorun sonunda bir siluet belirir.
“”Melis bak!”
“”Yok artık! Bu ne? Kolyen nerede, Azra kolyen!”
“”Burada, çıkar hemen!”
“Kaç Melis kaç!”
                                            *******

Yirmi dakika önce…
Yavaş yavaş odanın yanından ilerlemeye başlamışlardı. Biraz daha ilerledikten sonra,
Azra: “Melis gidiyoruz ama ya karşımıza çıkarlarsa?”
Azra aynı zamanda kaçırıldıktan sonra olayları hem görüyor hem de hissediyordu. Ama sadece kendi içinde tutuyor, kimseye söylemiyordu.
“Çıkmaz, çıkmazlar.”
“Nasıl bu kadar emin konuşuyorsun?”
“Eminim, şunlara bak!”
Elinde iki tane onları uzak tutacak şey vardı.
“”Nereden buldun bunları sen?”
“Odadan aldım. Ama çok dağınık ve korkunçtu.”
“Eeee…. Melis?”
“Esi, Azra sonra bir ses duydum ama dışarıdandır diye bakmadım.”
“Ne sesi?”
“”Uğultu gibiydi.”
“Ne?”
“Uğultu Azra Uğultu.”
“”Ne kadar oldu o sesi duyalı?”
“Bir buçuk saat falan sanırım. Neden?”
“Nasıl bir uğultuydu tarif etsene.”
“Boğuk bir şekilde, neden Azra?”
O sıra silüeti gördükleri an paniklemişlerdi.
“Azra koş! Sen de gördün, değil mi?”
“Evet gördüm. Kaçmaya devam et Melis ve sakın arkana bakma!”
“Neden? Nasıl göreceğiz gidip gitmediğini?”
“Bana bırak ve dinle!”
“Azra neden, sende ne var?”
“Sus ve dur. Evet, gel beni takip et!”
Hastanenin en üstüne durmadan koşmuşlardı. Öyle yorulmuşlardı ki nefes nefese kalmıştı ikisi de. Şu an tek istedikleri o silüetin gitmesi ve lanet ilacı bulup, doktoru iyi etmekti. İkisi de birbirine bakarken söylenmeyi de ihmal etmediler. Bu sefer yüz yüze değil, içlerinden. Melis, doktora olan hoşlantısından sebep Azra’yı orada ateşe atacak mıydı? Yoksa o ilacı Azra’yı da alıp o yarı insana kafa mı tutacaktı?”

AZRAH Donde viven las historias. Descúbrelo ahora