**
Yeni başlangıçlar...
Günün ilk ışıklarında gözlerimi araladım. Daha güneş doğmamış, alacakaranlık çadırın penceresinden seçiliyordu. Perdemi açıp baktığımda Sol'un yatağının boş olduğunu gördüm. Geceleri hatırladığım kabuslar yerini tekrar hatırlamadığım kabuslara bırakmıştı bir süredir. Hatırladıklarımın sonunda kendimi boğmaya çalıştığım düşünülürse iyiye gittiğim söylenebilirdi.
Çadırdan çıkıp derin bir nefes aldım. Yağmur damlaları atıştırıyordu ve tüm karakolu o çok sevdiğim toprak kokusu sarıyordu. Aklımı kurcalayan sorular olmasa kendimi günler sonra gerçekten iyi hissedebilirdim.
Duşların olduğu bölüme gidip dişlerimi fırçaladım, kalçalarıma kadar uzanan saçlarımı açık bıraktım. Solaris benden bir şey saklıyordu ve açıkçası bunu Valor'a gittiğimde kötü bir sürpriz olarak öğrenmektense Ash'i sıkıştırıp yüzleşmeyi düşünüyordum. Ona söz verdin, dedi içimdeki ses ama itirazını başımı iki yana sallayarak savuşturdum.
İnce, rahat bir kumaşı olan, paçaları ve bacakları bol, yüksek belli siyah bir pantolon giydim. Üzerime uzun kollu, pamuklu, beyaz bir bluz geçirdim. Su geçirmez pelerinimi ve siyah bağcıklı botlarımı giyerek dışarı adım attım.
Gözlerim karakolu taradı. Her karakol aynı düzende kurulduğu için yemekhane çadırını bulmam zor olmadı. İki tane sıcak çay ve simit kaptım ve çamurlara basmamak için taşların üzerinden sekerek Ash'in kaldığı çadıra doğru yol aldım.
Ash de benim gibi alışkanlıktan, sabahın çok erken saatlerinde güne başlıyordu. Onu çadırın önünde otururken bulduğumda bu yüzden şaşırmadım. Botunun bağcıklarını geçirmekle meşguldü. Onun da koyu kahverengi, kıvırcık saçları ıslaktı. "Günaydın," diye seslendim. "Kahvaltı yaptın mı?" Beni görünce gözlerinin içi güldü. "O elindeki sıcak çay mı?" diye yanıtladı sevinerek.
Çayı ve simidi ona uzattım. Onunla rutinimize dönmek bana da iyi geliyordu. "Teşekkür ederim Lu, benimle kahvaltı etmeyi unuttuğunu düşünmüştüm," dedi yarı sitemle elindeki simidi ısırarak. "Aslına bakarsan haftalardır düzgün bir kahvaltı yaptığım söylenemez," diye yanıtladım iç çekerek. Bana üzgün gözlerle baktığında gözlerimi kaçırdım. Amacım bana acıması değildi.
Konuşmadan simitlerimizi bitirdik. Ash, ikinci çayları alma görevini üstlenmek istedi ama hâlâ topallıyordu. Tekrar çay almaya gidip ona uzattım, yanına oturdum. "Seni tanıyorsam Lunabelle Elaine, benden bir şey istemek üzeresin," dedi bilmiş bir edayla gülerek. Eh, beni çocukluğumdan beri tanıdığı gerçeğini göz ardı edip onu biraz hafife almıştım. "Bir şey istemek denemez ama sana sormak istediklerim var," dedim mahcubiyetle.
Kahverengi gözlerini kıstı. "Biliyordum, düzenbaz," dedi eğlenerek. "Senden iyilik istediğim için sana kahvaltı getirmedim." İnanmaz bir ifadeyle güldü. "Çocukken de böyleydin, ne zaman yemeğini benimle paylaşsan arkasından oyuncaklarımı elimden almak isterdin." Söyledikleri karşısında yüzümü buruştursam da haklı olduğunu içten içe biliyordum.
"Söyle bakalım sabahın bu saatinde bana ne sormak istiyorsun?" diye sordu ellerini önünde birleştirip. "Ash bunu sana sormam belki doğru değil ama..." diye söze başladım. "Solaris'le ilgili ne sakladığımı merak ediyorsun," diyerek cümlemi tamamladı. "Karşımda kıvranmana gerek yok Lu. Yıllardır birbirimizi tanıyoruz. Bana geleceğini tahmin etmiştim," dedi sıkkın bir ifadeyle. "Ben de yalan söylediğini fark etmiştim. Ne saklıyorsun?" diye sordum kaşlarımı çatıp.
Ensesini kaşıdı, kıvırcık saçlarını karıştırdı. "Söyleyemem Luna. Daha dün arkadaş kalacağımızla ilgili anlaşma yaptık. Söylersem durumdan faydalanmış olurum." dedi. "Sana kendisi anlatmalı. Bren de o yüzden dün söylememe izin vermedi. Bu işi aranızda halledin," dedi gözlerini benden kaçırıp.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEHANET SERİSİ I: GÜNEŞ VE AY
FantasyLunabelle Elaine sıradan bir avcıydı, ta ki bir saldırı ve kehanet hayatını altüst edene kadar. Solaris Blaze ise özgür ruhuna sahip çıkmaya çalışıyordu, onunla tanışana dek... Altın ipliklerle birbirine bağlı iki kader: Solaris Blaze ve Lunabelle...