i won't be mad at you

1.5K 112 10
                                    

Kısa bir öksürük sonrası zorla da olsa gözlerimi açmayı başarabildim. Saat gecenin bilmem kaçıydı ve benim gram uykum yoktu. Öksürük krizleri peşimi bırakmıyordu ve koltukta uyuyan ikizimi uyandırmamak için büyük çaba sarfediyordum.

Bütün gün iyi değildim. Birkaç kez kusmuştum. Göğüsüm daralıyordu. Nefes almam güçleşiyordu. Kalbimin gereğinden fazla attığını hissediyordum. O kadar çok atıyordu ki yerinden çıkıp tüm dünyayı dolanabilirdi.

Tüm bunlar yüzünden Ashton bütün gün benimle uğraşmıştı. Şimdi biraz uyumalıydı, buna hakkı vardı.

Sonunda kalbim ve bedenim sakinleştiğinde ruhum onlara teşekkür ederek kendini kapattı. Ama birkaç saatlik uykudan sonra uyandığımda uykum tamamen kaçmıştı.

Yavaşça yatağımdan kalkıp yürümeye başladım. Kapının kolunu çevirdikten sonra kapıyı aralayıp başımı dışarı çıkardım ve etrafa baktım. Doktor ya da hemşire beni gördüğünde hemen yatırırdı. Onlara görünmemeliydim. Tek istediğim biraz hava almaktı. Günlerdir, hatta haftalardır dışarıya çıkmıyordum.

Doktor ya da hemşire görmedim. Ama çıkmamamı sağlayan şey, karşı çaprazımdaki odadan çıkan sarı saçlı çocuk oldu. Her zamanki ceketinin içinde mükemmel bir şekilde odadan dışarıya süzüldü ve kapıyı kapattı. Bu tarafa döneceği sırada kendimi geri çekip kapıyı kapattım.

Bir haftadır yanıma gelmiyordu.

Yatağıma doğru ilerlediğim sırada kapı açıldı. Yavaşça arkamı dönüp giren kişiye baktım. Mavi gözleri dikkatlice etrafı süzüyordu. Yavaşça içeriye adımlayıp ismimi fısıldadı. Gözleri karanlığa alışmadığı için göremiyordu.

"Asally?"

"Burdayım," diye fısıldadım ben de. Ashton'a baktığımda hala uyuyordu. Yavaşça Luke'a doğru yürümeye başladım. O buradayken Ashton'ın uyanması iyi olmazdı.

Beni sonunda gördüğünde gülümseyip elimden tuttu ve dışarı çıkardı. Onun böyle mükemmel görünmesi, benim üzerimde sadece hastanenin bol ve iğrenç kıyafetiyle birlikte hasta terliği olması kendimi berbat hissettiriyordu.

"İyi misin? Bugün rahatsızlandığını duydum. Yani Michael söyledi," diyerek elini yanağıma koyup yüzümü inceledi. Nasıl göründüğümü bilmiyordum ama güzel dışında her kelimeyi kaldırabileceğimden emindim.

"İyiyim, sadece gündüzdü," dediğimde başını salladı.

"Seni biraz kaçırsam acaba daha kötü olur musun?" Sorusuyla birlikte gözlerim büyüdü. Daha kötü olmak mı? Beni dünyanın öbür ucuna götürebilirdi, kötü olmazdım!

"Hayır, gidelim!" dediğimde gülümseyip ceketini bana giydirdi ve kucağına aldı. Kapanmak üzere olan asansörün arasına ayağını koyup durdurdu ve içeriye girdik. Aşağıya inene kadar kıkırdayıp duruyordum. O da kıkırdamama gülümsüyordu.

Asansör durduğunda etrafa önce göz gezdirdi. Ardından hızlı adımlarla bizi hastaneden çıkardı. Yüzüme vuran ilk rüzgara içtenlikle gülümserken özgür olduğumu hissettim.

Bir süreliğine elveda Warwick Hastanesi.

Beni kollarına almaya hazır ol, Warwick Caddesi.

"Ama çok uzaklaşamayız, yani sonuçta her an bir şey olabilir," dediğinde başımı salladım. Bunu zaten biliyordum. Çok uzaklaşmamıza gerek yoktu ki. Temiz hava, bir de Şaşkın Mavi yeterliydi.

Caddenin yanındaki kaldırımların arkasına sıralanmış ağaçların arasındaki banka doğru yürüdü. Banka oturduktan sonra kucağına beni oturttu, yan şekilde. Başımı onun göğüsüne yaslamamı sağladı.

"Neden gelmedin bir haftadır? Her gün seni bekledim," dediğimde eli saçlarımı buldu. Caddeden gelip geçenler bizi izliyordu. Umurumda değildi.

"Üzgünüm, işlerim yoğundu," dediğinde başımı ağır ağır sallayıp gülümsedim. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum ki. İşlerini nereden bilecektim?

"O odada kim yatıyordu?" Sorumla birlikte başımın altındaki kasları gerildi ve oturduğu yerde kıpırdandı. Başımı kaldırıp yüz ifadesine bakmak için bekledim.

"Teyzem," dediğinde başımı kaldırdım. Bakışları caddeyi süzüyordu. Başımı tekrar eğip omuzuna yasladım ve ona inanmayı seçtim. Ne kaybedebilirdim ki?

"Bana hiç neden hastanede yattığından bahsetmedin," dediğinde gözlerimi kapattım. Bu konuda konuşmak istemiyordum ki. Zaten yeterince kaplıyordu beynimin tamamını.

"Bunu konuşmak istemiyorum, lütfen," dediğimde çenesinin başıma değmesinden başını salladığını anladım.
"Pekala. Bir şeyler ister misin?"

Başımı iki yana sallayıp boynuna biraz daha gömüldüm. İstediğim herhangi bir şey yoktu. Çünkü tüm istediğimin kollarının arasındaydım.

"Artık gidelim mi?" Kolları bedenimi daha sıkı sardı. "Titriyorsun." O diyene kadar farkında bile değildim. İstemeye istemeye kabul edip doğruldum. "Ama önce," diyerek beni durdurduğunda ona döndüm. Dudağını ısırarak bana baktı. "Bunun için bana kızarsan ve tokat atarsan seni suçlamayacağım."

Dudaklarımda baskı hissettiğimde kalbim bu kez durmayı seçerek bana tepki verdi. Gözlerim kendiliğinden kapandığında kendimi dudaklarımı aralarken buldum.

Dillerimizin birbiriyle dansının ardından ayrıldığımızda gülümseyerek alınlarımızı yasladı ve gözlerime baktı.

"Sanırım tokat yemeyeceğim?" Masum sesine karşılık kıkırdayarak başımı iki yana salladım. Piercingini ısırdığında ikinci öpüşmemizi de ben başlatmış oldum.

Ve o an, Warwick Caddesi tamamen bizimdi.

Warwick ╬ hemmingsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin