Bölüm 2 • "Gri Buz"

6.5K 276 20
                                    

Karanlığın mayasıyla yoğrulmuş yıldızlar bu gece etrafı ışıtmıyordu. Benim ise kalbimde yanan umut ışığının gücü zifiri karanlığa mağlup olmuş ve sonrada ortadan kaybolmuştu. İçimden ölmemek için dualar ederken silahın çatırtısını duydum. İşte o an gözlerimi açtım. Bana doğru dikmiş olduğu gri gözlerinde ki her bir ifade canımı okumak istercesine lakin kaçamak birkaç noktamsı ifadenin ise merhamet dolu olduğu odağımdan kaçmamıştı. Silahını hafifçe kaldırdı ve geri çekildi. ''Sadece bir kedi.'' Dedi tüm soğukkanlılığıyla. Beni korumasına şaşırmıştım. Yaklaşık saliseler önce umudum harlıca yanan bir alevdi ve üstüne kum dökülmüştü. Şimdi ise beni koruyan bu adamın yaptığı şey merakımın beni yine çokta kötü bir yola sürüklemediğinin göstergesiydi.

Adamlardan biri güldü. Sesi, hırıltılı ve çölü aşıp gelmiş, susuzluktan neredeyse ölecek bir bedevinin ki gibi çıkıyordu. ''Bu kadar paranoyak olmaya gerek yok, Baray.'' Dedi.

''İşimi temiz yapmalıyım.'' Dedi fakat söylerken ses dalgalarının neredeyse bana doğru geldiğini hissedebiliyordum.

''Her şeyi sana bırakıyorum, çocuk.'' Dedi. Ardından sesi sinsi ve sessiz çıkmaya başladı. Ses tonu sanki gecenin ortasında tiz bir tınıyla fırtınanın haberini getirmiş uğultu gibiydi. ''Unutma o senin babanın ölümüne neden oldu.'' Sonra adam gülmeye başladı. ''Sahi öz baban değildi. Doğru muyum?''

Bir cevap gelmedi lakin bunu muhtemelen mimikleriyle cevaplamıştı ve ben zaten cevabı çoktan anlamıştım. ''Konuyu kapatalım.'' Dedi. ''Ona öyle şeyler yapacağım ki. Doğduğu güne lanet edecek.'' Sesi o kadar öfke dolu ve kindar çıkıyordu ki bunu babasına yapan adamın azılı bir katil ve cani olduğunu düşünmeye başlamıştım.

Bir süre ağır ve hastalıklı bir sessizlik oluştu. Oluşan bu sessizlik ciğerlerime doluşmuş, oksijenimi tüketiyor ve zihnimi bulanıklaştırıp hiçbir düşüncenin içeriye girmesine izin vermiyordu. Bulunduğum bu muzdarip durumdan kurtulmak istiyordum.

Başımı hafifçe çöpün kenarından çıkaracaktım ki yanımdan geçip gitti, adam. Bir an irkildim. Çünkü gözlerimin önünden geçip gidişi bir hayalet gibi sessiz, korkunç ve bir o kadar da atmosferi sise bürüyen bir haldeydi. Ellerimle yerden destek alıp kalktım. Zaten küçüklüğümde bile böyle yapardım. Hayatım boyunca elimden tutup kaldıran biri olmamıştı benim.

Adamın peşinden koştum. ''Hey!''

Arkasını dönmeye bile tenezzül etmedi ve yürümeye devam etti. Bir an durdum ve arkasından baktım. Sonra başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Gökyüzü mü simsiyahtı yoksa o siyaha karışmaya mı meyilliydi emin olamıyordum lakin bir an onu bu simsiyah boşlukta ayırt edemez oldum.

Peşinden koştum. Cidden bu kış gecesinin zifiri sessizliğinde ve karanlığında beni merakımla birlikte azrail gibi ölüme sürükleyişi, sonra beni koruyucu bir melek gibi oradan çekip çıkarışı, bir hayalet gibi yanımdan geçip gitmesi ardından karanlıkla bir bütün olması tüm bunların olağandışı nitelikte olduğunun ve kendimi birkaç kez kontrol etmeme neden olduğunun göstergesiydi. Bu gördüklerim bir sanrı olabilir mi? Ya da bir rüyanın içerisinde olabilir miydim? Çünkü önümde karanlığa karışıp yürüyen bu adama bu kadar yakınken dokunmaya korkuyordum. Dokunsam yok olacak gibiydi.

Elimi uzattım fakat parmaklarım kabanının yünlü bölgesine gitmiyordu ve o bunu fark etmiş olacaktı ki adımlarını aniden kesip parmaklarımın kabanına değmesine neden oldu. Yok olmamıştı. Bu bir sanrı veya rüya değildi. İstemsizce dudaklarımın kıvrılıp bir gülümsemeye dönüşmesini engelleyemedim. Bu neyin nesiydi bilmiyordum. ''Teşekkür ederim.'' Dedim yüzünü bana çevirirken. Gözlerinin grimsi koyuluğunda duran ifadeleri çözümleyemiyordum. Sadece ifadesizce bana bakışını izliyordum. Gözlerimi gözlerinde gezdirdim. Hayır, hayır. İfadesiz değildi. Soğuktu. Buz gibiydi. Yanında olmamı istemiyor ve tek bir fiziksel eylemimin onu hırçınlaştıracağı düşüncesine takılıp duruyordum. Bir kelime daha edemedim çünkü dikkatlice baktığımda bakışlarının arkasında insanlardan uzak duran bir canavar yattığını fark ettim ve bu beni korkutuyordu.

Derin bir nefes alıp dudaklarını yaladı. Nefesini hafifçe verdiğinde karanlığı beyaz bir buhar örttü. Gözlerinde ki o buz gibi ifade sönmemiş ve cümlesi gözlerinde ki o buzu destekleyen bir dayanaktı. ''Asla karşıma çıkma.''

Bir an irkilip geri çekildim. Böyle bir cümle beklemiyordum. ''Teşekkür etmek istedim sadece.''

Hiçbir şey söylemedi. Ellerini kabanının ceplerine soktu ve bana bakmaya devam etti. Gözlerinde ki gri buz gitmemiş halen tüm soğukluğuyla yüzüme bakıyordu. Gözlerinde ki buzun başlangıcı ve sonu yoktu adeta. Kadim bir kışa sahipti sanki, öylece duruyordu. ''Seni neden takip ettiğimi sormayacak mısın?''

''Aptalın teki olduğun için.'' Dedi. Kendinden emin bir şekilde karşımda durmuş gecenin ürkünçlüğünü destekleyen bir tınıyla cümlesini zihnime salmıştı. Fakat cümlesine kızmama rağmen hiçbir şey diyememiştim. Sadece öylece durup gözlerinde ki gri buza bakıyordum. Sonra toparlandım. ''Peki.'' Dedim sessizce. ''Bir daha karşına çıkmayacağım.''

Zihnime bulaştırdığı o soğukluğu kanımı dondurmuş, kalp ritmimi yavaşlatmıştı. O buzdan zihnime salınan buzun nedense sonsuza kadar orada kalacağını düşünüyordum çünkü hayatımda hiç kimse böyle bir etki yaratmamıştı üstümde. Zihnimde kalan bu soğukluk tüm eylemlerimi etkileyecek gibi gözüküyordu. ''Hey, aptal.'' Diye seslendi arkamdan. Durdum lakin arkamı dönemedim.

Sonra konuştu. Ses tonu öyleydi ki beni ıssız bir alanda merkeze konulmuş büyük bir kapana kıstırmış gibiydi. Ses tonu kapanın zırhı cümlesinin anlamı ise beni hapseden kapandı. Kaçabilmem imkansızmış gibi hissediyordum. Ondan şimdiden ölesiye korkuyordum.

''Eğer karşıma çıkarsan... Senden daha önce hiç yapmadığın bir şey isteyeceğim... Ve sen yapacaksın!''

İKİ GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin