9. Bölüm:Kafese konan kelebek

480 26 86
                                    

#Evanescence-Hello

Beden, ruhu hapseden bir kafestir

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Beden, ruhu hapseden bir kafestir. Siyahtır içerisi, karanlıktır. Toz kaplamış sandıklarda acı dolu geçmişler vardır. Unutulur, unutulduğu sanılır. Ta ki tozlar, bir fırtınayla yerinden oynayana kadar...

Dıştan aldatıcı görünen o kafesler, içerisinde tehlikeli bir varlık tutar. Ruh, esaret altında tutuldukça, kafesin karanlığı ona bulaşır. Kirlenir ve bir daha asla eski saflığına kavuşamaz. Beden, ruhun cehennemidir. Onu kor ateşinde yakar ve içimizdeki öz, bir şeytana dönüşür.

Bedenimizin içinde yaralar bırakan bir şeytana...

İçimdeki şeytan; beni acılar denizine hapsediyordu. Her geçen saniye, daha da nefessiz kalıyordum. İçimde daha fazla yara bırakıyordu o şeytan. Kapkaranlık olmuş bedenimin ziftine her geçen dakika daha da bulaşıyordu. İçimdeki fırtına, bütün o tozları kaldırmış, küçük cam parçaları serpiştirmişti kafesime. Ne ölebiliyordum ne de yaşayabilmek için uğraşıyordum.

Arafta kaybolmuştum. Cennet avuçlarımın arasından kayıp gitmişti. Cehennem, ateş dolu bedenime daha da sahip olmak istiyordu. Sönemiyordum; söndüremiyordum içimdeki yangını...

Fırtına ateşi söndürmez miydi? Neden hem yangın hem de fırtına daha da çok acı çektiriyordu bana. Neden ruhum vahşi bir yaratığa dönüşmüştü? İçimde, pençe izlerini bırakıp gitmişti. Çekilmişti o karanlık, kuytu köşesine.

Peki ya bedenim? Neden her yerimi ateşte harlanmış zincirler bağlıyordu? Bu benim için bile fazlaydı. Bu çok fazlaydı...

Bana acı veriyordu. Beni canlı canlı mezarıma sürüklüyordu. Ölümün kokusunu saçlarımın arasında hissedebiliyordum. Ellerimde, boynumda, kollarımda, her yerimde... Bu sınav bana çok ağırdı.

Güç toplayıp ayağa kalktım ve arabaya doğru ilerledim. Zamanın ya da mekânın benim için hiçbir önemi yoktu. Sadece aklımda Kelebek vardı. İlk kez onun değerini kendimde sorgulamıyordum. Bildiğim tek şey onun benim için çok değerli olduğuydu. Geçen sürenin hiçbir hükmü yoktu aramızda. Ne kadar süreden beri tanıdığım umurumda bile değildi. Ellerinin soğukluğunu, ellerimde hissedemedikten sonra hiçbir şey önemli değildi artık.

Arkamdan seslenen Burak'ı önemsemeden, mekanik bir şekilde arabaya bindim. İçerisi hâlâ onun gibi kokuyordu. Bu odaklanmamı zorlaştırıyordu. Titreyen ellerimle, omzumdaki yarayı umursamadan son sürat sürmeye başladım. Nereye sürdüğümün önemi yoktu. Tüm gece, başı boş, daireler çizeceğimi de bilsem hiçbir şey yapmadan duramazdım. Sokak lambalarının ışıkları daha da tizleşmeye başlamışlardı. Alnımdan akan soğuk terleri hissedebiliyordum.

Elimin uyuştuğunu, omzumdaki sıcaklığın yerini tamamen acıya bıraktığını fark edebiliyordum. Vücudum fark etse de beynim yalnızca arabayı sürmemi emrediyordu bana. Aydınlık yerini yavaşça karanlığa bırakıyordu. Çalıp duran telefonumu önemseyemeyecek kadar bilinçsizdim. Kafası kesilen bir hayvanın, can havliyle birkaç dakika daha hareket etmesi gibiydi şu anki halim. Kaç saattir kan kaybettiğimi bilmiyordum. Zaman kavramı tamamen belirsizleşmişti. Tek bildiğim arabanın yanındaki saatin ikiyi gösterdiğiydi. Acı, yavaş yavaş yerini karanlığa ve bilinçsizliğe bırakmaya başladı. Alnımdan akan soğuk terlere rağmen direksiyondaki hakimiyeti kurmaya çalışıyordum. Oldukça zordu bu; özellikle de gideceğin yer belirsizse ve elinden hiçbir şey gelmiyorsa...

Sevgili KatilimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin