Kırmızı Telefon

1.3K 350 90
                                    

      Bir doğum günü daha kapınıza dayanır. Arsız bir kedi misali kapıyı çizerken, tırnaklarını o tiz seste gezdirir durur. Ve bir anda kendinizi hediye almakla sorumlu tuttuğunuz çetrefilli bir prosedürün içinde buluverirsiniz.

      Hediyeyi sadece "özel bir gün" adı altında almaktan nefret eden her insan gibi, ayaklarım geliş yoluna tutulmuşçasına ağır adımlarla ilerliyordum. Caddedeki iğne düşürmez kalabalığı bahane edip geri dönmemek için takdir edilesi ter döktüm ve sonunda bir hediye dükkanına vardım. Ve bir diğerine ve bir diğerine...

       Ve ne aradığını bilmez iç sesim, arkadaşımın mesleğiyle ilgili küçük bir bibloya ilişti. Hemen alıp gitme isteğiyle  sorumu yönelttim.

      "Fiyatı nedir ? "

      "168 TL"   dedi görevli.

      YÜZ ALTMIŞ SEKİZ TL mi ! El yapımı dahi değil ! Sanırım obsesifliğin en ileri safhası, insanların dikdörtgen bir kağıda düşkünlüğü...

      Yine dükkanların önünde bıkkın adımlarla ilerliyordum. Yüzüme vuran şiddetli bir ışık huzmesine kafamı çevirdiğimde, eski eşyaların satıldığı bir dükkan gördüm.   İçeri girdim. Bu modern bit pazarındaki huzur tarif edilemezdi.

      Rafların arasında ilerlerken, boyaları dökülmüş kırmızı, eski tip çevirmeli bir telefon gözüme ilişti. Boğazımda bir acı... Ve anılarım sanki kurulmuş bir film şeridi gibi tekrar yaşamak için bu anı bekliyordu. 

      Çocukken -70'li yıllar- Deniz adında bir can dostum vardı. Tüm gün eğlenir ve bir birimizden çok şey öğrenirdik. Sapan yapmayı, tahterevalli kurmayı , kimsesiz ağaçlardan meyve toplamayı, çamurdan ayakkabılar yapmayı... Son günlerimizde ise şu meşhur icada merak salmıştık.

      Telefon.

      Olabildiğince uzun borular bulup konuşabileceğimiz en uzak mesafeleri keşfederdik. Plastiklerden yaptığımız bardak şeklindeki cisimlere ip geçirip konuşmayı dahi denediğimiz olmuştu.

       Ve bir gün Denizlerin evine telefon geldiğini haber aldık. Büyük bir hevesle, yanında bittik. O telefonun yeni parlayan boyası, net bir şekilde gözlerimin önünde. Nihayet telefonun etrafı boşaldığında aklımızda tek soru vardı. Önce hangimiz ?

      Telefon Deniz' lerin olmasına rağmen, Deniz benim arama yapmamda ısrarcıydı. Açılışı yaptım. Kimse yokken Santrali arayıp aklımızda bulunan ya da uydurduğumuz bir ismi bağlatıp sesimizi kalınlaştırıp konuşurduk. Birkaçını gerçekten kandırdığımız dahi olmuştu. 

      Gel zaman, git zaman.. Yaptığımız bu haylazlık fark edildiğinde Deniz' lerin evinde kıyamet koptu. Evlerine gittiğimde telefon yerde yaptığımız konuşma sayısı kadar parçalara ayrılmıştı. Denizin annesi usulca beni evden çıkardı ve Deniz 'in telefonla oynadığı için cezalı olduğunu söyledi.

      Deniz o hafta okula hiç gelmedi.. Bir hafta sonra evlerine gittiğimde ise açık penceresinden gelen rüzgara ayak uyduran yerdeki gazete parçalarından başka bir şey yoktu.

      Sonra, öğrendim ki Deniz, tartışma esnasında düşmüş ve kafasına aldığı darbeyle bilinci kapanmış. Ailesi İstanbul 'a bir çözüm bulmak için taşınmış. Sonrasında ise hiç haber alamadık.

      Şimdi... İçimde hala suçu üstlenen fedakar can dostumu kaybetmenin burukluğunu taşırım. Onca şehir gezmeme, milyonlarca insan görmeme rağmen O'nu ya da o dostluğun tadını bulamadım.

      Bugün bir hediye aldım. Dükkandan çıkarken elimdeki kağıt poşete bakıp hüzünle gülümsüyordum. Arkadaşıma ise bir nesne almayıp, varlığımla mutlu etmeyi tercih ettim.

Hediye dediğiniz, bir tebessümün tasviri değil midir ki zaten ?

      

HAYAT...Where stories live. Discover now