Palavra

97 60 6
                                    

         Bozuk bir çeşmede tutunamayan bir su damlası olarak geçiyor günlerim. Özgürlüğüme düşkünlüğümden mi, yoksa bağlanamadığım için mi bilemiyorum. 

          Ezel, hayatımı önemsediğinden beri, tutarsızlıklarımla sanata hizmet etmekten hiç kendimi alamadım.  

          Daha ilk buluşmamızda aylardır gün saydığım konferansı kaçırmak yerine buluşmaya ikizimi gönderdim. Buluşma güzel geçmiş ki ikinci randevumuzda beni , gittiğim konferansa tercih ettiğini öğrendim. Yalan kaosunun sillesi yanaklarıma hiç bu şiddetle dokunmamıştı.

          Ezel, bakımlı, çalışkan, zanaatin ruhunu yoğurduğu , sohbeti kitap kokan,şık, başarılı ve cennet gibi kokan biriydi. Lakin içimdeki zebaninin cennette kalıcı yeri olamaz ki, ancak kapıdan bakıp çıkabilirdi. 

         Yine bir gün,  İşte mesai yapacağım yalanım, gittiğim sergide Ezel ile karşılaşmamla patladı. Neden enkazı bir çift kırmızı yanak ve kulaklar değildi anlam veremedim. Ruhumdan sızan adım adım ahmaklığa kapıya doğru attığı adımlarla yol vermişti.

          Kişiliğimdeki çatlaklıkları kendi yöntemlerimle onarmak adına ertesi hafta kardeşimin basketbol maçını izlemeye gittim. 

           Tribünde yerimi almak üzereyken ruhuma ilişen kokunun huzuru oturmak için benden önce davrandı. Ezel de maça gelmişti. 

           İlgisini çekmek için maç boyunca atmadığım yaratıcı tezahürat kalmamıştı ama O, en son detone olduğum tezahüratta bana dönüp gülümsedi. Maç bittiğinde yanımıza gelip yeğeni ile tanıştırdı ve günün kalanında işler tatlıya bağlanmıştı. 

           Her şeyin fazlası zarardır bilirsiniz, tatlının da olduğu gibi.

          Günler geçtikçe bir kereden bir şey olmaz, ben yalan söylemem, 5 dakika sonra oradayım gibi yalanlar ilişkimizi köşe bucak fethetmişti.

           Aramıza bir mesafe koydum ve işlerime yoğunlaştım. Anıların izlenmesinden hiç haz almayan diğer insanlar gibi beyaz yalanlarla durumu idare etmeyi alışkanlık edinmiştim.

         Üzerini örtmek istediğimiz gerçekler için döşüyorduk taşlarımızı cehennem yoluna.

        Aslında, gerçekler adına yaptığımız bir fedakarlık için  daha.

        Mükemmel bir insanın bu durumlara gamsızlığı öyle şüphelendirmişti ki , inanılmayacak şeylere inanmasındaki yalan, ciddi bir buluşmayı gerekli kıldı. 

        Yalanın körüklediği ruhumdaki kaostan öyle kurtulmaya odaklanmıştım ki geldiğini fark etmemiştim.

         " Özgün !" 

        Bu ilişkiye bir son vermesi gereken varsa o olmalıydı ki vicdanım , kafamı yastığa koyduğumda benden uzak olsun.

        " Yanımda durmak için sağlam bir sebebin olsa gerek..."

         " Hmm..." dedi ve biraz duraksadı.

        " Yalan söylemek beceri ister, insanlar da becerikli insanlara aşık olur."

         Nasıl inanabilir ki insan?

       Yalancının cezası, kimsenin kendisine inanmayışı değil, kendisinin kimseye inanmayışıdır der B.S. 

        Açığa çıkmayan tek yalanımız anlattığımız rüyalarımız ne yazık ki... Son çayımızın üzerindeki yansıması ise biten en güzel rüyalardan biriydi.

HAYAT...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin