Sandra kütüphaneye girip kapıyı kapattı. Sırtını kapıya dayayıp derin bir nefes aldı. Neydi bu yaşadığı hayal kırıklığı, ne bekliyordu ki? Marki Hazretleri 'Ah Sandra, benim en iyi arkadaşım, ne muhteşem okudun..' diye boynuna mı sarılacaktı? Bu eve girdiğinden beri onun hizmetkarlarına karşı kayıtsız davrandığını bilmiyor muydu? O, bir asilzadeydi, öz teyzesinin kocası bile onu değersiz görüp kapısından kovmuşken efendisinin lütfettiği her lokma ekmek için minnettar olması gerektiğini unutmamalıydı. Herkes ağzında gümüş kaşıkla doğmuyordu sonuçta.
Genç kız kendisine konumunu hatırlatan iç sesinden tiksiniyordu. Aynı ses ona elindeki kitabı yerine koyup efendisinin kütüphanesinden ayrılması gerektiğini de hatırlatıyordu ama dinlemek istemiyordu. Kapıya en yakın koltuğa oturup kitabı göğsüne sımsıkı bastırdı.
Konum ne demekti? Efendi kimdi, hizmetkar kimdi? Kuralları kim koyuyordu? Doğduğunda varlıklıydı. Bir Lady'nin kızı, bir küçük hanımefendiydi. Zamanla işler değişmiş, evlerini, sahip oldukları süslü ve pahalı şeyleri, hizmetçilerini kaybetmişlerdi. Şimdi kendisi bir hizmetçiydi, haftalığı ancak bir elbiselik ucuz kumaşa yetmişti. Gocunduğundan değil, uzun zaman eziyet görmüştü ve aç açıkta kalmadığı, dayak yemediği için halinden gerçekten mutluydu. Ama ne olurdu, eniştesi, yakın akrabası olan bir insan yeğenini bu kadar rahat kovamasaydı? Ne olurdu Lord Welles bir dakika önce karşılıklı Romeo ve Juliet'i canlandırırken bir dakika sonra kıza gözüyle kapıyı işaret etmek yerine en azından 'Odana çekilebilirsin Sandra, iyi geceler.' gibi birkaç nazik kelimeyi lütfetseydi. Kendi mevkiinde olmayanları insan yerine koymadıkları her hallerinden belli oluyordu. Gelecekte Bay Burton'ın sözlerini daha sık aklına getirmeye kesinlikle karar verdi. Bu soylu sınıfla muhatap olmamak en mantıklısıydı.
Arthur'un aniden değişen mizacıyla beraber eğlence havasından çıkıp neden burada olduğunu hatırlayan William, belki de bir daha hiç göremeyeceği arkadaşına moral vermek amaçlı birkaç söz sıralayıp vedalaşarak evden ayrıldı.
Odada yalnız kalan genç adam göğüs kafesinin üzerinde dev bir kaya varmışçasına bunalıyor, yirmi dokuz yaşında kendi kariyerini sürdüren saygın bir bey olduğu halde babasının elinde bir oyuncak gibi oynatılıyor oluşunu aklı almıyordu. Nasıl olurdu da sırf Wellingstone Dükü eski bir arkadaşıyla sözleşti diye iki insanın hayatı, istekleri, duyguları hiçe sayılırdı? Nasıl olurdu da bir erkek bir kapris uğruna bütün varlığını terk edip kaçmaya mecbur bırakılırdı?
İçindeki sıkıntıyı gidermek için iyi bir kitabın dostluğuna sığınmak isteyen genç adam çalışma odasından kütüphaneye giden yolu yürürken onu kitaplarından bile vazgeçmeye mecbur bırakan kaderine lanet ediyordu.
Odanın kapısı aniden açıldığında Sandra ürkmüş bir güvercin gibi kalp çarpıntısıyla ayağa fırladı. Vakit geç olduğu için iyice kısılmış tek bir gaz lambasının yarattığı loşlukta birbirlerine öylece bakan iki genç arasındaki gergin sessizlik neden sonra kızın hararetli bir şekilde özürler sıralamaya başlamasıyla son buldu. Bir el hareketiyle sözünü kestiği kızın aksine Arthur gayet sakin görünüyordu.
- Özür dilemene gerek yok. Kütüphanemdeki varlığın beni rahatsız etmedi. Eserin devamını mı merak etmiştin?
Beklemediği bir anda karşısında bulduğu kızın varlığı kafasındaki kara bulutların biraz dağılmasına yol açmıştı. Bir hizmetkarın edebiyata merak salarak kendini geliştirme hevesi pek çok kişi için gereksiz ya da kendini bilmez bir eylem olarak görülürken Arthur'a göre değerli bir çabaydı. Sonuçta yetenek soylulara has bir şey değildi ve genç adam işçi sınıfından birinin kendini yetiştirip iyi bir sanatçı olduğunu gördüğünde buna saygı duyardı. Marki Hazretleri'nin sakin bir havada olduğunu sezen Sandra itiraf etmekten çekinmedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Demir Dük'ün Oğlu
Historical FictionTAMAMLANMIŞ HİKAYE WATTYS 2017 KAZANANI TARİHİ KURGU 2. KİTAP TARİHİ KURGU #1 12.08.2017 Alexandra kimsesizliğine çare olacak bir liman arıyordu, Arthur ise babasının onu mecbur bıraktığı evlilikten kurtulmaya çalışıyordu. Kader bu iki insanın yoll...