5. Bölüm

12.7K 99 18
                                    

Sabah Suzan’a gözükmeden evden çıkan Cansu’nun ilk durağı Hakan beyin yanı oldu.

“Günaydın.” dedi gülümseyerek. Emre ve Hakan beyde gülümseyerek karşılık verdi.

“Nasılsın kızım, alıştınız mı bizim mahalleye?”

“Eh, daha alışamasak da mecburuz Hakan amca.” Hakan bey anlayışla kafasını sallarken Cansu, Emre’ye döndü.

“Bana önerebileceğin yeni kitaplar var mı? Kafeye fazla insan gelmediğinden boş boş oturuyorum bütün gün. Zaman geçmiş olur.”
Emre oturduğu tabureden kalkıp karşı rafa doğru ilerlerken Cansu’da onu takip etti.

“Hangi türden hoşlanırsın?” dedi Emre gülümseyerek.

“Belirli bir türüm yok ama kafamı dağıtacak sağlam bir konusu olsun.”

“O zaman sana 2 kitap önerebilirim. Beyzanur Yılmaz Sadist ve Didem Öztepe Geçmiş.”

Cansu iki kitabın arka yazılarını okurken memnun olmuş şekilde kafasını salladı.

“İkisi de sırlarla dolu kitaplar. Eğer kesmeli biçmeli kısımları kaldıramazsan gece okuma derim.” dedi Sadist’i göstererek.

“Sağlam bir midem var sıkıntı olacağını sanmıyorum. Çok teşekkürler.” Cansu Emre’ye son kez bakıp Hakan beyin yanına geldi.

“Ne kadar ikisi?”

“20 TL.” Ucuzmuş diye içinden geçirdi Cansu.

Hayırlı işler dileyip kafenin yolunu tuttu. Ne kadar her dışarıya çıktığında erkeklerden yediği arsız bakışlar olsa da alışmaya başlamıştı bu mahalleye. En azından daha karşısına ‘bu kötü biri.’ Diye düşüneceği birisi çıkmamıştı. Buna şükrediyordu.

“Günaydın.” Dedi sandalyede yayılmış uyuklayan Eylül’e. Eylül, gözlerini açmadan eliyle selam vermekle yetindi. Cansu arka tarafa geçip montunu çıkarttı ve beline bağladıkları önlüğünü üstüne geçirdi. Eline kitaplardan birini alıp kasa arkasına oturdu ve uzun zaman sonra gerçek hayatla bağlantısını kesmeyi başardı.

Akşam üstüne doğru Çaçarcalı, Cenk ve Aslı aynı anda kafeye girdiler. Cansu kitaptan başını kaldırıp cam kenarına oturan gruba bir bakış attı ve kitabını masanın üstüne bırakıp yanlarına gitti.

“Hoş geldiniz. Bir şey alır mıydınız efendim?” Yapmacık bir gülümseme ile onlara bakarken Çaçarcalı Samet konuştu.

“Tahlep var mı? Tıcak tıcak iyi gider.” Cansu yüzüne gelen tükürüğe yine eliyle silip masadaki yerini aldı.

“Suzan nerede?” dedi Cenk.

“Nerede olacak, işte. Sen detayları anlat, akşam evde konuşurum ben onunla. Zaten konuşmamız gereken başka meselelerimiz de var.”

“Ne gibi?” dedi Cenk aslında ne olduğunu bilerek.

“Her zamanki güvensizlik problemleri. Boş verelim şimdi bunu. Biz orada staj yaptığımız da en alt kattaki ofisteydik, üst kata çıkmamız yasaktı.” Cenk başını sallayıp anlatmaya başladı.

“ Sabahtan beri çalışanları izledim. Giyimleri, taktıkları kimlikleri. Kadınlar siyah etekli bir takım, erkekler de normal takım elbise giyiyor. Kimliklerini incelemek için çalışana mektup bırakma bahanesiyle içeri girdim. Kimlikte fotoğraf sağ üst köşede isim hemen altındaydı. Büyük harflerle ilk önce soyadı sonra adı yazıyordu. Şirketin adı da hemen altında siyah harflerle yazılıydı. Şirketin logosunu bulup indirdim. Akşama kadar bana fotoğraflarınızı atın. Photoshop’la logoyu ve fotoğraflarınızı tarayacağım. Şirkete ayrı ayrı gireceğiz. Yazılımcıların ofisi en üst katta. Ben, sen ve Suzan üst katta olacağız. Çaçarcalı sen en alt katta, Aslı sende orta katta olacaksın. 1 saatliğine güvenlik kameralarına girebilirim diye düşünüyorum. O ara da elimizden geleni yapacağız.” Uzunca konuşmasının ardından hepsi başını salladı.

Onlar kafeden giderken, çalışmaya devam etti Cansu. Patronu sağ olsun geceye kadar canını çıkartıyordu ama yine de çok şikayetçi değildi.

Cenk, Aslı’yı eve bıraktıktan sonra ışığı yanık görünce Suzan’ın evinde aldı soluğu. Şu güven işine bir el atması gerekiyordu. Ne olursa olsun iki kardeşin onun yüzünden birbirine düşmesini istemezdi.

Kapıyı çalınca açan Suzan’a “Selam.” diyerek içeri davet etmesini beklemeden girip koltuğa oturdu.

“Hayırdır?” diyerek kaslarını çattı Suzan. “Neden geldin?”

“Cansu ile benim yüzümden kavga etmişsiniz. Tamam, yakışıklıyım biliyorum da, kavgaya gerek yok. Ben ikinize de yeterim.” Cenk’in söylediği şeyle birlikte sinirle güldü Suzan.

“Deli misin sen be?”

“Yok, yakışıklıyım.” Deyip ayaklarını önündeki sehpaya uzattı Cenk. “Kahve falan ikram etmeyecek misin?”

“Baş belası mısın sen acaba Sansar? Yorgunum, saçma sapan konuşmaların bittiyse gitsen diyorum.”

“Pekâlâ güzellik.” deyip ayağa kalktı Cenk. Suzan da ayağa kalkarken, “İkinize de  bana güvenin demiyorum. Başında da demiştim bende size güvenmiyorum.  Ama kardeşinle bu yüzden ters düşme. Ona da hak ver, endişeleniyor tıpkı senin gibi. Ve ayrıca bir daha sorun olursa ikimiz halledelim.” deyip yürüyeceği zaman, “Ben seninle hiçbir şey halletmem.” diyen Suzan’a döndü. Suzan da onun peşinden gittiği için Cenk’e çarpıp dengesini kaybetti bir an. Cenk yere, Suzan üzerine düşerken, Cenk Suzan’ı korumak amacıyla ellerini beline doladı. Suzan bir şeyler söylerken, Cenk’in tek ilgi odağı tam dibindeki dudaklardı.

“Ben...Şey...Özür...” derken tam dibindeki dudaklara daha fazla karşı gelemedi Cenk. Suzan’ı öperken, dudaklarının ne kadar da yumuşak olduğunu düşündü. Çilekli Ruj muydu o?

İkisi de ne yaptıklarının yeni farkına varmış gibi birbirlerinden ayrılırken, ayağa kalkıp masaya tutundu Suzan. Bir yere tutunmazsa her an ayakları kendine ihanet edebilirdi çünkü.
Cenk de ayağa kalkıp, bir süre kendine gelmeyi bekledikten sonra Suzan’ın kıpkırmızı olan yüzüne çevirdi bakışlarını.

“Ben gideyim.” deyip kapıya yönelirken, Suzan sadece kafasını sallamıştı.

“Bu arada.” diyerek arkasını döndü Cenk. “Çileği çok severim.”

Maça Kızı 1 Aralik'ta Tüm KitapçılardaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin