Bölüm 1

26.2K 918 126
                                    

            Bir ay önce hunharca terk edilmiştim, hunharca dedim çünkü gerçektende öyle olmuştu. Uzun zaman sonra şansımın kırıldığını ve sonunda artık mutlu olabileceğimi düşünüyordum. Sonunda artık benimde bir sevgilim vardı, gerçekten bir şeyler yaşayabileceğim ve ona karşı bir şeyler hissettiğim bir sevgilim... Tabi ki hiçbir şey hayal ettiğim gibi olmadı ve ben daha ne olduğunu anlamadan kendimi bu ilişkinin dışında buldum. Terk edildim. Ve hayatımda ilk defa terk edilmenin nasıl bir his olduğunu öğrenmiş oldum. Sanki böyle bütün ruhun parçalanıyormuş da sen o parçaları bir türlü bir araya getiremiyormuşsun gibi hissettiriyor. Ruhunun parçaları bütün organlarına birer zehirli ok gibi saplanırken en çok ağrıyan yerin ise kalbin oluyor. Çünkü başından beri hissettiğin bütün duyguluların başladığı ve aslında seni bu ilişkiye sürükleyen tek organ o! Kalbinde hissettiğin ruhunun parçalarıyla artık nefes alamaz bir duruma geldiğin zaman bitsin diyorsun, unut onu ve başka birini bul! Eninde sonunda onu unutursun ve bir başkası hayatına girer diyorsun ama olmuyor. Her köşe başında, her insanda, her konuşmada ve her cümlede onu görüyorsun ya da onun sesini duyuyorsun. Yaşadığın güzel anılar gözünün önüne gelip bir anda seni uçsuz bucaksız bir mutsuzluğa götürüyor ve sen o mutsuzlukta sessizce boğuluyorsun. Gece arkadaşlarınla dışarı çıktığında bir anda bütün büyü bozuluyor ve sen eğlencenin tam ortasında bir aptal gibi onu düşünüyorsun, üzülmeye başlıyorsun, kalbine bir ağrı giriyor ve nefes alamayacağını hissettiğin zaman mekânı koşar adımlarla terk ediyorsun. Ta ki yeni biri hayatına girene kadar...

Aşk insanı tam bir aptala çeviriyor.

            "Seni sevmiyorum diyorum neden beni anlamıyorsun, bitti! BİTTİ!" Televizyondan gelen sesle birden kendime geldim ve doğruldum.

            Kendi düşüncelerimin arasında yine küçük bir gezintiye çıktığım için sabahtandır izlediğim filmi de tabi ki de unutmuştum. El yordamıyla kumandaya uzandıktan sonra televizyonu kapattım ve ellerimi yavaşça havaya kaldırıp esnedim. Yaklaşık bir aydır, yani terk edildikten sonraki bir aydır kendimi eve kapatmış ve hiçbir şey yapmadan oturup boş boş film izlemiş, müzik dinlemiş ve kitap okumuştum. Tabi arada bir arkadaşlarımın zoruyla dışarı çıkmıştım ama yarım saat sonra mekânı koşarak terk ettiğim için tekrardan kendimi evimde ve en sevdiğim koltuğuma yayılmış bir şekilde bulmuştum. Bu aralar en yakın arkadaşlarım; koltuğum, kumandam ve durmadan mısır ya da cips yediğim kasemdi.  Aslında güzel bir üçlü olmuştuk, onları seviyordum ve gayet güzel anlaşıyorduk. Çünkü onlar diğer arkadaşlarım gibi bana karışmıyor, durmadan bir şeyler söyleyip beni yönlendirmeye çalışmıyorlardı. Mesela ikide bir onu unutabilirsin ya da sana başka erkek mi yok demiyorlardı ve beni durmadan teselli etmiyorlardı. Ben bu yaşıma kadar hayatımda ilk defa birini bulmuştum ve bulduğum gibi de kaybetmiştim. Onlarsa beni anlamıyor, sanki elimi sallasam ellisi gibi düşünüyorlardı. Ama düşünmedikleri bir şey vardı o da kara bahtım ve şanssızlığım... Evet tam bir bahtsız bedeviydim, belki kendime böyle seslendiğim için bütün karamsarlıkları ve şansızlıkları üzerime çekiyordum bilmiyorum ama kendime başka bir lakap düşünemiyorum. Kendimi bildim bileli böyleyim ve böyle olmaya da devam ediyorum.

Bahtsız ve yalnız...

            Ayaklarımı koltuktan indirdikten sonra hafifçe ayağı kalktım, ne kadar zamandır koltukta uzandığımı hatırlamıyordum ama popomun uyuştuğunu ve artık hissetmediğimi anladığım zaman artık ayaklanmam gerektiğini düşünmüştüm. Birkaç adım atıp ayaklarımı açtıktan sonra mutfağa doğru yürüdüm. Kafamı kaldırıp salondaki saate baktığım zaman saatin üçe geldiğini fark ettim. Şimdi mutfağa gidip kendime sert bir kahve yapacaktım  belki bu sayede biraz olsun ayılabilir ve günün geri kalanını uyumadan geçirebilirdim çünkü genelde bu saatte uyuyor ve sabaha karşı kalkıp tekrardan film,müzik ve kitap üçlüsüne geri dönüyordum.Kahvemi hazırlayıp ondan  bir yudum alarak tekrardan salona doğru yürümeye başladım. Kahvenin acılığı ağzımda dağılıp içimdeki uyuşukluğu yavaş yavaş atmaya başladığında belki bu gece dışarı çıkabilirim diye düşündüm. Belki bu gece arkadaşlarımla bir şeyler yapabilirim çünkü bu içtiğim kahve sayesinde diğer günler gibi koltukta sızıp kalmayacağım. Kahvemi koltuğun kenarına koyduktan sonra tekrardan koltuğa oturdum ve kafamı geriye attım. İçten içe bu gün neler yapabileceğimi, hangi arkadaşımı arayıp ona dışarı çıkmayı teklif edebileceğimi düşünmeye başladım . Daha sonra biraz gözlerimi kapatıp seçeneklere bir göz gezdireyim diye düşündüm ve uykunun o hafif tatlılığı bütün bedenime yayıldı.

            Uykumun arasında kapının alacaklı gibi çalındığını duyunca sıçrayarak uyandım. Uyumuştum, her zamanki gibi koltukta sızıp kalmıştım! Hemen koltuktan kalktım ve koşar adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Kapı hâlâ vurulmaya devam ediyordu ve bu vuruş tarzı bana hiç tanıdık gelmiyordu. Eğer komşulardan biri olsa kapıyı bu şekilde çalmazlardı, arkadaşlarımdan biri gelse bana ulaşamadığı zaman telefonumu ararlardı ama şuan kapı alacaklı birinin kapıya dayandığı zamanki gibi sert ve aralıksız çalıyordu. Kiramı ödeyip ödemediğim ışık hızıyla aklımdan geçip gitti ama ödemiştim hem de dün! Peki o zaman bu saatte kapıma dayanan kişi kimdi? Tedirgin olduğum ve kapıdaki hakkında bir düşünceye varamadığım için kapının önüne geldiğim zaman kapı deliğinden kimin olduğuna baktım. Siyah bir takım elbise içinde, ellerini kapıya doğru uzatmış birini gördüğüm zaman olduğum yerde birkaç saniye kaldım. Kapıdaki kişi bir yandan kapıyı çalıyor bir yandan da geri çekilip gözlerini kapı deliğine dikmiş bir tepki bekliyor, ellerini kısa ve yeni kesilmiş saçlarında gezdirip sabırsız bir şekilde dudaklarını ısırıyordu. Biraz daha bekledikten sonra kapıyı kimsenin açmadığını anlamış olacak ki birden sinirli bir şekilde kapıya vurduktan sonra geri çekildi. İşte o anda üzerindeki siyah takim elbiseyi daha net gördüm. Siyah bir takım elbise içindeki adam ellerini kravatına doğru götürüp kendi kendine fısıldamaya başladı. Birden görmüş olduğum görüntünün şaşkınlığı bütün bedenime yayılırken sıçradım. Kapının önünde bir damat duruyordu, evet bu bir damattı! Kapımda bir damat vardı! Kendime geldiğim zaman tekrar kapının deliğinden baktım, onu boydan süzdüğüm zaman yakasındaki kırmızı izler dikkatimi çekti, uzak olduğu için o izlerin ne olduğunu tam olarak anlayamamıştım. Onlar kan mıydı? Hayır tabi ki kan olamazdı! Gözlerimi kapı deliğine biraz daha yaklaştırdım ve damadın üzerinde başka bir detay aradım. Üstü başı toz içindeydi sanki kuru bir toprağın üzerinde yuvarlanmış gibiydi.  Kapıyı açıp açmama konusunda kararsız bir şekilde beklerken onu daha önce görüp görmediğimi düşünmeye başladım. Hayır görmemiştim, görsem unutmazdım. Öyle bir yüzü kesinlikle unutmazdım! Peki öyleyse kapımdaki damat kimdi? Peki neden kapıyı deli gibi çalıyordu ve ben kapıyı açtığım zaman ne olacaktı? Aklımda bin bir türlü kötü senaryo belirince hemen odama gittim ve beysbol sopamı kaptım. Eğer adam kapıyı açtığım zaman üzerime atlarsa bende karşılık olarak kafasına beysbol sopasını geçirecektim. Böylece ona karşı koymak için zaman kazanacaktım, tıpkı aksiyon dolu filmlerde izlediğim gibi! Kapının önünde tekrar durduğum zaman bulunduğum koridorun ışığını da kapattım, adam eğer üzerime atlayacaksa karanlıktan beni seçemez ve tökezler diye düşünüyordum. Daha sonra bütün bedenim heyecandan bir dal gibi titrerken ellerimi kapının koluna doğru uzattım.  Ben tam kapıyı açmış kapı aralığından ona ne istediğini soracaktım ki  kapının diğer tarafındaki damat sabırsız bir şekilde kapıyı ittirdi ve bende düşmemek için geriye doğru gitmek zorunda kaldım. Tam o sırada kafamı tekrar kaldırdığımda gözleri kapalı bir şekilde üzerime doğru gelen damadı gördüm. Tam elimdeki beysbol sopasını kaldırmış adamın kafasına geçirecektim ki damat tam karşımda durdu ve ben daha ne olduğunu anlamadan aramızdaki mesafeyi kapatıp dudaklarıma yapıştı. Dudaklarını dudaklarımda hissettiğim zaman bütün bedenim baştan aşağı titredi ve bu titreme sırasında elimdeki beysbol sopasını da düşürmüş oldum. Duygularımda milyonlarca rengarenk havai fişek patlıyor ve kalbim deli gibi atıyordu. Ne yapacağımı ve nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. Tek bildiğim şey az önce hiç tanımadığım bir damadın dudaklarıma yapıştığı ve beni tahmin bile edemeyeceğim bir duyguyla baş başa bıraktığıydı. Gözlerimi kapatmış olup biteni bir kenara atmıştım, dudaklarım onun dudakları arasındayken bir aralık damat geriye doğru çekildi. İşte o anda bütün dünyam kendine geldi ve ben o zaman az önce yaptığımız şeyin farkına vardım. Şaşkın bir şekilde geriye doğru gittiğim zaman el yordamıyla koridorun ışığını açtım ve gözlerimi damada çevirdim.

            Damadın ağzı beş karış açık bir şekilde, az önceki öpücüğü unutmuş gibi bana şaşkın şaşkın bakarken: "Sende kimsin?" Diye fısıldadığını duydum.

Kapımdaki DamatWhere stories live. Discover now