☀ 1.5 blue file with coffee smell

4.9K 416 54
                                    

Hello! Aşşşırı yoğun bir tempoyla başlayan okuluma sağdan üçüncü parmağımı gösteriyorum ve kafamı yeni kaldırıp bölüm yazabildiğim için özür diliyor, yorumlarınızı bekliyorum.Asıl kitabın bundan sonra başlayacağını az çok tahmin ediyorsunuzdur :') İyi okumalar!

Medya:Leonard Cohen-Famous blue raincoat

-

Yüzüme düşen bir damla yaşın mimiğimi birazcık bile etkileyemediğini hissediyorum.Sanki tenimin bir milim altına sıkışmış olan hislerim,bir reflekse kucak açacak kadar bile hayatta değil gibi.Doğduğu yerdeki,çocukluğunu geçirdiği kasabadaki nehre küllerinin serpilmesini istediği günü hatırlıyorum,pembe bir pamuk şekeri andıran masum büyükannemin çok korktuğu bir ameliyattan çıktığı günü.Şu anki ruh halime olabilecek en yakın hisler,o gün yaşadıklarım olduğundan mı bilmem,sık sık o günleri düşünüyorum.Onu kaybetme ihtimalinin yakınlığını beni ne denli altüst ettiğini ve güçlü olmaya çalışırken kendi içimdeki dağlardan lavlar taştığını,onların dışarı bile taşamadan içimde taşlaştıklarını,bu ağırlıkla bir adım bile atmanın zorluğunu hatırlıyorum.Ama o zaman düşündüklerim,hissettiklerim bile şimdiki halimin yanına dahi yaklaşamıyor.Çünkü,acı öyle saf ve yoğun ki düşünemiyorum.Hiçbir şey hissedemiyorum.Müthiş bir yoksunluk ve bu yoksunluğun sonsuza dek süreceği hissiyle kıvranmak istiyorum.

Tinsel kıvranışımı fiziksel versiyonuna döndürmek ve yok olana kadar kendi bedenimin içine hapsolup kıvranmak istiyorum. Kayıp. Kaybetmek.Kaybeden. Park Han Eul.

Karşımdaki antika işlemeli vazonun büyükanneme ait beden kalıntılarını bir süre taşıdığını düşünerek,içinde ona dair herhangi bir tanecik bile kaldıysa onu benimle tutmak isteğiyle kucağıma alıyorum.Bir kaç damlayla başlayan yağmurun hızlanmasıyla koluma nazikçe dokunan bir el ve kulağıma fısıldanan bir kaç kelime çarpıyor üzerimdeki ölü toprağına.

"Haneul,yağmur hızlanıyor,artık gitmeliyiz."

Bittiğini biliyorum,cenaze töreni insanlar için çoktan bitti,farkındayım.Bir insanın yokluğunu kabullenmek bu kadar kısa sürüyor,çünkü her gün binlerce insanın yok oluşunu kabulleniyoruz.Bunu yapmazsak o çok kıymetli hayatlarımıza dönemeyiz çünkü.Yok oluşu o bizi gelip bulana dek inkar etmeliyiz.Ancak böylelikle sabahları uyanıp,o çok sevdiğimiz kahvaltımızı yapabiliyoruz.Bunları bile ben mi düşünüyorum yoksa,bedenime hapsettiğim birisi mi fısıldıyor anlayamıyorum.Zihnimin yerini bulmaya çabaladığımda aklıma gelen tek bir şey oluyor,bunun kendi düşüncem olduğunu fark ettiğimde dudaklarım kıpırdıyor ve dile getiriyorum.

"Yağmurlu havalardan nefret ederdi.Romatizması olduğu için,büyükannem yağmurlu havalardan nefret ederdi."

Ağlayıp ağlamadığımı ben dahi fark edemiyorum,çünkü yeryüzünde sıkışıp kalan ruhları büyüleyip kendisiyle beraber götürmeye gelen yağmur olanca gücüyle şakırdıyor,nehrin kenarında tek tük dizilmiş uzak tanıdıkların koşar adım uzaklaştıklarını görüyorum.Kimse benden güçlü olmamı beklemiyor,ailemi kaybettiğimde olduğu gibi herkes bugün ağlamamı normal karşılıyor olsa da ben sebebini bilmediğim bir şekilde donmuş hissediyorum.Banyonun ıslak zeminine kayıp düşen ve canını oracıkta kaybeden büyükannemin nasıl yalnız öldüğünü düşlüyorum yalnızca, o anda ellerini tutuyor olsaydım ölmeyecekti diye düşünmüyorum da, yalnızca ellerini tutuyorken ölüyor olsaydı ikimiz için de bu kadar korkunç olmayacaktı bu ayrılığımız belki de.Şimdi ağlamıyorum,güçlü duruyorum,ama içten içe çürüdüğümü hissediyorum.Bu kadar yaşlı birisi için yas tutmanın manasız olduğunu söyleyecekler çünkü bir kaç gün içinde arkamdan,çünkü insanlar her zaman böyle söyler. Peki doğmamış bir bebeğin kalbi durduğunda,ne diyecekler? 

Bu kez de,bebeğiyle hiç bir anı bile paylaşmamış olduğu için ağlayan anneyi susturmak isteyecekler.Çünkü insanlar,daima böyledirler.Hiç ağlamayan birisini ağlatmak isterler,ağlayan birisini gördüklerinde susturmak isterler.Çünkü insanlar en iyisini kendilerinin bildiğini sanarlar ve kendi çizdikleri çemberin içinde yaşayıp giderler.

Kim seçiyor bu anıları? Her kaybın ardından kim siliyor bu anıları? Kim biliyor? Kim özlüyor? Yaşanan şeylerin uzunluğu,iyi ya da kötü oluşu bazen hiç önem arz etmiyor.Yalnızca kalbimde hissettiysem bütün o bağı ve koparıp atamıyorsam,ağlamak neye yarayacak? Bu anıları silmeyecekse birisini kaybetmek neye yarayacak? 

Pişmanlık duymayarak,kaybedecek hiçbir şeyim yok sanarak burnumun dikinde yaşadığım hayatımın,büyükannemden daha ölüymüşüm gibi geçirdiğim bu günleri beni lime lime ediyor.Parçalara ayırdıktan sonra her sabah bir bütünmüşüm gibi kalkmaya zorluyor.

Sağanak yağmurun altında kabaran nehre bakarken donuk yüzümden sızan bir damla göz yaşını benden başka kimse bilmiyor.Yağmur damlalarından onu ayıran şeyin tuzlu tadı değil,içinde taşıdığı duygu olduğunu kimse bilmiyor.İnsanlar böyledir,daima ağlayan insanları yağmurun ıslattığını umarlar.

*

Günler geçiyor, Park Jimin'i görmeyeli bir aydan fazla zaman oldu.Ona verdiğim sözü tutmam için yeterli bir süre olduğunu düşünüyorum.Ama hala içimde öğreneceklerime karşı büyüyüp duran o korkuyu yenemiyorum. Beni kollarının sıcaklığına alıştırıp,ömrümün en ayaz gününde yalnız bıraktığı için onu affedemiyorum. Neden gelmediğini bilmediğim için ona kızamıyorum bile.Kendi içimdeki dört duvara çarpıp durmaktan yoruldum. 

**

Hayatımın eskisinden daha korkunç bir hal aldığını bu kez daha erken indiğim taksinin kapısını kapatırken fark ediyorum, hayatımdan bir pastane , oradan aldığım cupcakeler, onları götürdüğüm büyükannem , ve aşık olduğum adam eksildi. Sadece sonuncusunun beni ebediyyen terk etmemiş olduğu avuntusuyla ciğerime saplanan solukları yumuşatabiliyorum. Adımlarımın nemli taş sokağı inletmesine aldırmadan yavaş yavaş yürüyorum,sarı ışıklı bir sokak lambasının altından geçerken şu köşedeki dönemecin arkasından fırlasa göz bebekleri bu ışıkta nasıl da çakmak çakmak olur diye düşünmeden edemiyorum. 

Yüzüklü, nerdesin? 

***

Bir haftadır masamın üzerinde duran mavi kapaklı dosyanın üzerine kahve döküldü.Böylece Jimin'in bütün bilgilerinin olduğu dosya bile diğer dava dosyalarından kendisini kokusuyla ayırıyor.Bu düşüncenin garipliği bile bana onu hatırlatıyor.Onu düşünmeden geçen tek bir anım bile yok artık,ve direncimin son damlalarını harcıyorum. Bana beklememi söylediğini hatırlıyorum,sesindeki o yumuşacık yalvarışı.Dolgun dudaklarının yumuşaklığını ve masalsı tadını.Dokunuşunun bir sihre benzeyişini.Kahve kokan dosyayı açmıyorum. 

****

Üç ay. Doksan gün. 

İçinde iki kere ölme tehlikesi atlattığım ve kötü adamlarla karşılaştığım 2160 saat. Yine de bana yapmamı söyledikleri şeyi yapmıyorum,çünkü kendimi yetiştirirken bütün hayatımı daima bunun üzerine inşa ettim.Kimsenin seni doğrudan saptırmasına izin verme Haneul.Ölsen bile bu gurur dolu uğurda ölmelisin.Dosdoğru.Güçsüzün ve haklının yanında dimdik durarak. Şimdi neden iyi dövüşmemi istediğini anlıyorum.Kolumun üzerindeki iyileşmeye yüz tutmuş bıçak sıyrığına bakarken daha iyi anlıyorum,ve onu düşünmekten kaçmayı istediğim bütün zamanlarımı çalışarak geçiyorum.Güçsüz ruhuma çare bulamadığımdan nazik bedenimi sertleştirmeye çalışıyorum. Seni yeterince bekledim yüzüklü.Artık yalnızlığına sarılıp uyumak istemiyorum.Artık adından ötesini bilmediğim bir adamı umutsuzca sevmek istemiyorum.

******

Bol sütlü dumanı tüten kahvemden bir yudum alıp gece nöbetindeki ekibin devriyeye çıkmasını fırsat bilip serin rüzgarı kağıtlarla dolu odaya davet eden pencerenin önündeki masaya yerleşiyorum. Kapakta ismini deşifre etmemek için isminin baş harflerinin yazdığı kahve kokulu mavi kapaklı dosyayı çeviriyorum. 

PJM * Çok gizli bilgiler.

-

Cafuné ☽ park jiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin