Orman Cinleri 4

1.4K 38 2
                                    

     Ertesi gün iş yerinde çalışma arkadaşım, “gittin mi hocaya,” diye sordu. O’na bir an şu boynundaki muskanın bir işe yaramadığını söyleyecek oldum ama vazgeçerek, “hayır gitmedim”, dedim. O gün yine patronlar iş yerine gelmemişlerdi. Eve geldiğimde hocayı beklemeye başladım. O sırada telefon çaldı arayan eşimdi. Bana nasıl olduğumu sordu. Ben de ona çok iyi olduğumu kendisini ve çocuklarımı çok özlediğimi söyledim. Özlediysen çıkıp geleyim hemen deyince, birden telaşla, “Hayır,” sakın gelme dedim. Sonra kendime hâkim olmaya çalışarak, daha yeni gittiniz biraz tatil yapın. Özleminizi giderin sonra nasılsa uzun bir süre daha gidemeyeceğini söyleyip ikna ettim. Telefonu kapattığımda büyük bir pot kırdığımı ama onun tam olarak ne düşündüğünü anlamaya çalışırken kapı çaldı ve hoca geldi. Az biraz hoş beş ettikten sonra hizmetlisi olan Cin’in neden gelmediğini sordum. “Nasıl yani dedi görmüyor musun? O zaten yanımda,” dedi. Buna ikimiz de bir anlam veremedik.

     Hizmetlisi olan Cin’i göremiyordum. Neden bilmiyorum ama bu hocaya karşı güvencem tamdı. Gece geç vakit olunca yola çıktık. Elime yine gece dürbünü ve feneri de aldım. Yolda her zaman ki gibi yine köpekler bize eşlik etmeye başlamıştı. Fakat bu sefer bizden uzak duruyorlar ve sürekli havlıyorlardı. Hoca onların cinleri hissettiklerini ve yanımızda hizmetlisinin olduğu için köpeklerin havladıklarını söyledi. Yıkık dökük terkedilmiş eve geldiğimizde, “işte burası,” dedim. Hoca ise bana evde bir şey olup olmadığını sordu. Yok, ev bomboş neden diye sordum. Hizmetlisinin o eve giremediğinden bir şeyin ona engel olduğundan bahsetti. Aklıma duvarda yazan yazıları söylemediğim geldi. Onları da kısaca anlattım ve eve girdik beklemeye başladık. Ben sürekli ormanı gözetliyordum. Hoca ise bir şeyler okuyordu, yine aynı saatlerde görünmeye başladıklarında, “bak işte oradalar,” dedim. Hocadan ses gelmeyince hocaya dönerek baktım ama hoca pür dikkat kesilmiş ve duvarda beliren yazıları okuyordu. “Bunlar,” dedi. “işte bunlar cinlerin eve gelmesini engelliyor ve hatta senin cinleri görmene sebep olan şeyler de bunlar,” dedi. Yazıların cinlerden kurtulmak için yapılmış bir büyü olduğunu söyledi.

     Muhtemelen bu evi terk edip gitmelerinin sebebi de burada yaşayan insanların da bazı şeylerden şüphelenip bu yazıları yazdırmaları, ama daha sonra dayanamamış olacaklar ki terk edip gitmişler dedi. Sonra beraberce cinlerin O günkü seanslarını izledik. Hocaya bir şey yapmayacak mıyız dediğimde, “hayır bu kadar büyük bir şey olacağını tahmin dahi etmemiştim. Bu yüzden hazırlıksızım sadece anlamaya çalışalım bugünlük yeter,” dedi. Sabah ezanlarında oradan ayrıldık ve ertesi gece için anlaşıp onu uğurladım. Benim işe gitmem gerekiyordu, ama çok yorgun olduğum için içim geçmiş ve öğlen olmuştu. Mesai arkadaşım beni idare etmiş ve Patronlar da yine gelmemişti. Akşam iş çıkışı tekrar hocanın yanına gittim ve bugün gidiyor muyuz diye kendisine sordum.

     Hoca dünkü gördükleri karşısında çok etkilenmişti. “Bana, bu işe tek başımıza kalkışırsak, sonu kötü bitebilir bu yüzden benim hizmetli cinimle anlaştım. Artık kendisini serbest bırakacağımı ama karşılığında onun tüm kabilesini de hatta bulabileceği diğer tüm arkadaşlarını da bu gece çağıracak ve bize yardımcı olacaklar,” dedi. Ancak yine de esas işin tamamen bana düşeceğini söyledi. Ayrıca bazı malzemeler hazırladığını söyledi. “Yazılar belirmeye başlayınca bunu boynuna tak ve şu ayetleri oku ve sakın ama sakın korkmadan ilerle. Bak bu çok önemli,” diye ekledi. “Bu şekilde sana zarar veremezler. Ayrıca sana bir bidon su hazırladım, bak bu suyu çok dikkatli kullan. Çünkü bu Gümüş suyudur ancak alelade bir gümüş suyu değil. Üzerine cinleri korkutacak ayetler ve bazı maddeler de ekledim.

     Yani anlayacağın çok tılsımlı bir silahın var elinde boşa kullanma. Çünkü bu onların canlarını çok fazla yakar, herhangi bir zor durum karşısında bunu onlara savurursun yanarlar ve senden kesinlikle kaçarlar,” dedi. Ardından eve gitmeden doğruca O metruk yapıya gittik. Bu adeta bir ölüm kalım savaşına çıkmaya benziyordu. Hatta bir ara neden ben bunca maceraya giriyorum vazgeçmeliyim diye bile düşündüm. Ama hayatımın geri kalanını bu halde nasıl geçirebilirdim ki, bu işi bir neticeye bağlamazsam hiçbir zaman rahat edemeyeceğimi biliyordum. Sonra Hocaya dönerek, “sen benimle bu işlere kalkışmaya mecbur değilsin istersen ben yalnız giderim,” dedim. Hoca da, “benim bu işten vazgeçmem maalesef mümkün değil, eninde sonunda böyle veya başka türlü büyük sıkıntılara gireceğimi hep biliyordum,” şeklinde bir konuşma gerçekleştirdik. Ardından hizmetlinin ve arkadaşlarının burada olup olmadıklarını sordum. “Henüz yoklar” ama muhakkak geleceklerini söyledi. Sonra sessizlik içinde ne yapacağımı düşünmeye başladım, bir yandan da bildiğim bütün sureleri ve duaları okumaya çalışıyordum. Her zamanki vakit gelmişti elime dürbünü aldım ve cama çıktım. Bir müddet ormanı gözetledim ama o sırada birden bire dürbünün tam ucuna yani tam gözümün önüne ateşler içinde yanan bir çift göz belirdi…

     Dürbünü bırakır bırakmaz ormandaki cinlerin evin etrafını sardığını gördüm. Hemen elimdeki tılsımı alıp boynuma taktım, gümüş suyunu da elime aldım. Hocaya döndüm ve “ne yapacağız etrafımızı sarmışlar,” dedim. Hoca ise, “bundan sonrası sana ait. Ben sana buradan destek olacağım,” dedi. “Beni yalnız mı bırakıyorsun yoksa?” dedim. Ama o çoktan eline bazı kitapları almış ve okumaya başlamıştı bile.

Tehditkâr bir şekilde evin etrafını sarmış olan Cin kabilesine, evden çıkmadan bağırarak seslendim. “Siz kimsiniz? burada ne yapıyorsunuz? bizden, insanlardan ne istiyorsunuz?” diye, ama o kadar çok kalabalıktılar ki, sürekli hareket eden bu kalabalıktan başım dönmeye başlamıştı. Evin önünde, çatıda ve duvarlarda her yerde sadece onlar vardı. Garip olan şu ki onlardan korkmuyordum, fakat bana zarar verebileceklerini bildiğim için dışarı da çıkmıyordum.

    
Sorularıma cevap vermiyorlardı. O sırada onların reisi olduğunu düşündüğüm, en heybetli ve korkunç olanı ormandan eve doğru yaklaşmaya başladı. Diğerleri adeta ona yol açıyorlardı. Camın önüne geldiğinde yanındakilere bir şeyler söyledi ve bir anda, karım ellerinde tutsak edilmiş bir şekilde karşıma getirildi. Sonra bana reisleri dönerek, benim anlayabileceğim bir şekilde, “şimdi soru sırası bende,” dedi. “Ey Âdemoğlu sen kimsin ve bizden ne istiyorsun?” diye sordu.

Ben de inanılmaz bir cesaret peydah olmuştu ve “siz benim çocuklarıma zarar verdiniz. Ben de bunun için sizin peşinize düştüm,” dedim olabildiğince gür bir sesle. “Bizler size yani insanoğluna zarar vermeyi hiç düşünmedik, ama siz bizim yaşam alanımızı ele geçirdiniz, bize saldırdınız, bizlere zarar vermeyi ilk siz başlattınız,” diye gürledi.

     Bizim evimiz burası. Ama sizler yani insanlar gelip ormanımızı yaktınız, yıktınız ve evlerimize yerleştiniz. Başlarda hiçbir şey demedik, bütün bu olan bitene göz yumduk. Ama bu gidişle bizim evimizi tamamen yok etmenizden korktuğumuz için sizlere vesvese vermeye ve birbirinize düşman etmeye başladık. Siz âdemoğulları zaten buna çok müsait yaratıklarsınız. Oysa bizler ifritlerden değiliz yani sadece evimizi korumak amaçlı sizleri korkutmak istedik. Bunun haricinde hiçbir şey yapmamıştık. O gün ormanda çocuklarına gelen taşı da biz yönlendir dik. Ama sen de biliyorsun ki büyük bir zarar vermedik, sadece sizi biraz korkutarak ormandan uzak durmanızı istemiştik. Ama sen direndin ve her gün bizi izlemeye başladın. Bizi takip ettin. Bütün bunların sebebi sensin!” diye haykırdı

Türkiye'de Yaşanmış Cin ve Hayalet Olayları 4 Donde viven las historias. Descúbrelo ahora