EJDER PRENSES °14/II°

7.9K 571 120
                                    

Kafamı kaldırıp aynadaki görüntüme baktım. Işte hazırdım. Herşeye tüm zorluklara göğüs germeye. Yanılmıştım karşımda yorgun ve yıkılmış bir Isabella yoktu. Küllerinden anka misali yeniden doğmuş daha güçlü ve gözleri intikam ateşiyle parlayan bir Isabella vardı.

Ve bu Isabella, savaşa hazırdı....

_________________________

Üstümdeki ter tabakasından arınmış temizlenmiş bir şekilde banyodan çıktım. Ardımda buhar tabakası bırakarak odaya geçtim ve üzerime giymekle yükümlü olduğum siyah tayt kaftan kemer ve çizme dörtlüsünü giydim.

Ardından saçlarımı havlu yardımıyla kuruttum ve bol balıksırtı olacak şekilde ördüm. Örgüden firar eden perçemlerimi kulak arkama hapsettim.

Aynada görüntümü izlerken perdelerin altındaki parlak birşey dikkatimi çekti. Kaşlarım çatılırken merak içinde perdeye doğru yürüdüm ve son derece keskin hançeri kavradım.

Hançerin taşlı kabzası elime batarken aynanın karşısına yeniden geçtim. Üzerinde annemin kanı bulunan hançerle aynanın karşısında öylece dikildim ve boş bakan mavi gözlerime odaklandım.

Gerçekler birkez daha suratıma çarparken derince yutkundum. Iki günüm vardı sade. Son iki gün...Iki günün ardından saraya gidecektim ve intikam oyunları yavaş yavaş başlayacaktı.

Bu iki gün benim için çok önemliydi. Öncelikle gidip Amy ile konuşmalıydım. Ardından Brett'e gidip onunla da görüşmeli ona gerçeklerin bir kısımını anlatıp onu kendi yanıma çekmeliydim. Bir diğer yandan sarayla ilgili bilgileri belleğime kazıken bir yanda da Owen'nın ağzını aramalıydım.

Eğer krallığa ve halkına gerçekten bağlıysa onların iyiliği için hareket ediyorsa bir şekilde onu kendi tarafıma çekebilirdim. Sonuçta kışladaki bir ordu komutanı işime oldukça yarabilirdi.Fakat bunları iki gün içerisinde nasıl yapacaktım emin değildim.


Sıkıntıyla suratımı buruşturdum ve elimdeki hançeri hala yatağın üzerinde duran küçük sandığa yerleştirdim. Kapağını kapattıktan sonra sandığı yatağın altına iktirdim ve böylece herkesden gizlemiş oldum. Az da olsa kendimden bile...

Yatağın önünden doğruldum ve biraz nefes almak adına kışlanın bahçesinde dolaşmaya karar verdim. Böylece az da olsa kafamı toparlayabilirdim belki.

Kışlanın meşalelerle kaplı dar kolidorlarından geçtim ve dışarı ulaştım. Çevrede nöbet tutan birkaç nöbetçi haricinde kimse yoktu. Ki bu gayet doğaldı. Hangi aptal bu saatte dışarı çıkardi ki? Güneş henüz doğmamıştı bile fakat ben dışardaydım.

Derin bir nefes aldım. Aldığım nefesi verirken havada oluşan buharı izledim bir süre. Kış geliyordu. Havalar yavaş yavaş soğumaya başlamıştı. Aniden histerik bir şekilde kahkaha atmaya başladım. Etraftaki muhafızlar bana tufah tuhaf bakıyorlardı fakat onları umursayacak durumda değildim. Gerçekten Isabella? Ciddi misin sen ya? Kandi kendime kafamı iki yana salladım. Başımda bu kadar çok dert varken havayı düşünmem cidden gülünç bir durumdu. Suratımdaki tebessüm hala solmamışken yanımda bir hareketlilik sezdim.

Kafamı yan tarafa çevirdiğimde iri bir erkek bedeni görüş alanıma girdi. Gerçekten iri ve oldukça kaslıydı. Kaşlarımı çatarken yanımdaki bedeni inceledim. Boyu benden nerdeyse iki kafa boyu kadar uzundu ki kısa bir kız sayılmazdım. Suratı kafasına geçirdiği kapşondan dolayı görünmezken keskin hatları yine de seçilebiliyordu. Buna uzun ve gür kirpiklerinin elmacık kemiklerine düşürdüğü gölge de dahildi.

EJDER PRENSESWhere stories live. Discover now