2. Bölüm

5.5K 260 38
                                    


  Tartışmamız, sonunda şövalyelere yakışır bir şekilde geçiştirilmiş olsa da, karşılıklı sert sözler nedeniyle diğerleriyle benim aramda bir parça yabancılık oluşmuştu. Alman evli çift sonraki günler bana karşı mesafeli davranmaya başlamışken, İtalyan çift "cara signora (sevgili bayan) Henrietta"dan bir haber alıp almadığımı soruyorlardı şakayla. Birbirimize nazik davransak da, masadaki grubumuzun samimiyetinden ve içtenliğinden bir şeyler, bir daha geri gelmemek üzere yok olmuştu.

Mrs. C. ile yaptığımız o tartışmadan sonra eskiden bana karşı olanların alaycı ve soğuk tavırlarının yerini aşırı bir samimiyete bırakması, giderek daha çok dikkatimi çekmeye başladı. Başka zamanlarda son derece çekingen olan ve yemek saatlerinin dışında masadakilerle hiç konuşmayan Mrs. C., türlü bahanelerle benimle bahçede konuşmaya çalışıyordu ve – neredeyse beni onurlandırdı diyeceğim, çünkü nazik ve mesafeli tavrı onunla yapılan sohbeti özel kılıyordu. Dürüst olmam gerekirse, beni arayıp bulduğunu, benimle konuşmak için çeşitli fırsatları değerlendirdiğini söylemeliyim, üstelik bunu öyle gözle görülür bir şekilde yapıyordu ki, yaşlı ve ak saçlı bir bayan olmasa, aklıma bambaşka şeyler gelebilirdi. Fakat birlikte sohbet etmeye başladığımızda konu her defasında dönüp dolaşıp aynı yere, Madame Henriette'e geliyordu. Görünen o ki, Mrs. C. sorumluluklarını unutan, yüreğinin sesini dinleyen güvenilmez Madame Henriette'i suçlamaktan gizli bir zevk duyuyordu. Fakat aynı zamanda benim bu nazik ve narin kadına duyduğum sempatinin sarsılmadığını görmekten de hoşlanıyordu. Her defasında konuşmayı bu noktaya getiriyordu, sonunda bu tuhaf, neredeyse acayip diyeceğim ısrar karşısında ne düşüneceğimi şaşırdım.

Derken böyle birkaç gün geçti, beş ya da altı gün, bu esnada böyle bir konuşmanın onun için neden önem taşıdığı konusunda hiç açık vermedi. Ancak bir gezinti sırasında buradaki zamanımın dolduğunu, öbür gün ayrılacağımı söylediğimde, onun için önemli olduğunu anladım. Endişesiz yüzünü birdenbire tuhaf, gergin bir ifade kapladı, deniz grisi gözlerinden adeta bulut gölgeleri geçti. "Yazık! Sizinle daha çok konuşacak şeyim vardı." O anda gözle görülür bir tedirginlik ve dalgınlıkla bunları söylerken, başka şeyler düşündüğünü ve bu düşüncelerini kafasından uzaklaştırmaya çalıştığını açığa vurdu. Anlaşılan bu dalgın hali kendisini rahatsız etmişti, çünkü birdenbire susmuşken beklenmedik bir şekilde elini uzattı.

"Aslında söylemek istediğim şeyi size açık açık söyleyemediğimi görüyorum. En iyisi size yazayım." Sonra her zamankinin aksine hızlı adımlarla otele doğru gitti.

Gerçekten de akşamleyin yemekten kısa bir süre önce odamda onun canlı ve net el yazısıyla yazdığı bir mektup buldum. Ne yazık ki gençlik yıllarımda yazılı belgelere pek önem vermemiştim, bu nedenle sadece içinde yazılanların bir özetini verebileceğim. Mrs. C. bana yaşamının bir bölümünü anlatmasına izin verip vermeyeceğimi soruyordu. Yaşamının bu bölümünün çok gerilerde kaldığını, şimdiki yaşamıyla hiç ilgisi olmadığını ve ben öbür gün oradan ayrılacağım için, yirmi yıldan uzun süredir yüreğini oyan ve düşüncelerini meşgul eden bir şeyi bana anlatmakta zorluk çekmeyeceğini yazıyordu. Eğer böyle bir konuşmayı aşırı bir ısrar olarak algılamayacaksam, verdiği saatte görüşmekten memnun olacağını belirtiyordu.

Burada içeriğini aktarmakla yetindiğim bu mektup beni fevkalade büyülemişti: Sadece İngilizce yazılmış olması bile mektuba belli bir netlik ve kararlılık kazandırmıştı. Yine de yanıt yazmam kolay olmadı, kesin yanıtımı yazıncaya kadar üç deneme yaptım:

"Şahsıma gösterdiğiniz bu güven beni onurlandırdı. Eğer beklediğiniz bir yanıtsa, dürüst olacağıma dair söz veriyorum. Kuşkusuz arzu ettiğinizden fazlasını anlatmanızı istemeyeceğimi bilmenizi rica ediyorum. Fakat anlatacaklarınızı kendinize anlatır gibi açık yürekle anlatınız. Bana duyduğunuz bu güvenin benim için bir onur olduğunu bilmenizi rica ederim."

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört SaatWhere stories live. Discover now