7. Bölüm

2.6K 195 81
                                    


"Zaman daralıyordu, yediyi geçmiş olmalıydı, trenin kalkmasına çok çok yirmi dakika kalmıştı – ancak o istediği müddetçe onun yanında olmaya karar verdiğimden beri, gara gidişimin bir vedalaşma olmayacağını düşünerek kendimi teselli ediyordum; hemen hesabımı kapatmak için aşağıya indim. Kasadaki görevli paramın üstünü vermişti, tam yukarı çıkmak üzereydim ki, biri hafifçe omzuma dokundu. Bu, rahatsızlandığımı söyledikten sonra merak edip arkamdan gelen kuzenimin eliydi. Gözlerimin karardığını hissettim. Şimdi ona hiç ihtiyacım yoktu, her saniyelik gecikme korkunç bir kayba neden olabilirdi, fakat nezaket gereği onu dinlemem ve yanıt vermem gerekirdi. 'Yatağa gitmelisin,' diye ısrar etti, 'kesin ateşin vardır.' Öyle de olmalıydı ki, şakaklarımdaki damarların şiddetle attığını ve bazen de gözlerimde mavi gölgeler uçuştuğunu hissediyordum. Fakat kabul etmedim, her sözcük beni yaktığı halde ve onun zamansız ilgisinden kurtulmak istememe rağmen minnettarmış gibi görünmeye çalışıyordum. Ancak bu davetsiz ilgili kaldıkça kaldı, kolonya uzattı ve şakaklarımı kolonya ile ovmak için ısrar etti: Ben ise bu sırada dakikaları sayıyordum, bir yandan genç adamı düşünürken, diğer yandan kuzenimin işkence haline gelen ilgisinden kurtulabilmek için bir bahane arıyordum. Huzursuzlandıkça kuzenim daha da kuşkulanıyordu: Sonunda neredeyse beni odama çıkıp uzanmam için zorlamaya çalıştı. Tam o sırada lobinin ortasında saati gördüm: Saat yediyi yirmi sekiz geçiyordu ve yedi otuz beşte tren kalkacaktı. Umutsuz bir insanın kaba, ani ve fevkalade kayıtsız tavrıyla, 'Hoşçakal, gitmem gerekiyor,' deyip elimi uzattım, donuk bakışlarına aldırmadan ve etrafıma bakmadan şaşkın şaşkın kalakalan otel çalışanlarının önünden fırlayıp kapıya yöneldim, istasyona gitmek üzere caddeye çıktım. Orada valizlerimle bekleyen taşıyıcının heyecanlı tavrından, ta uzaktan zamanın geldiğini anladım. Öfkeden deliye dönmüş bir halde geçişe koştum, fakat biletçi beni durdurdu. Bilet almayı unutmuştum. Ve beni perona bırakması için neredeyse zor kullanarak onu ikna etmeye çalışırken, tren hareket etti. Arkasından bakakaldım, tüm vücudum titriyordu, hiç olmazsa vagon pencerelerinden birinden bir bakış, el sallama, bir selam görmeye çalıştım. Fakat hızla giden trende onun yüzünü göremedim. Vagonlar gittikçe hızlandı ve bir dakika sonra kararmış gözlerim koyu ve siyah dumandan başka bir şey görmez oldu.

Taşlaşmış gibi orada kalmış olmalıyım, kim bilir ne kadar süre, çünkü taşıyıcı kolumdan dürtmeden önce birkaç defa beyhude yere bana seslenmişti. Korkuyla irkildim. Taşıyıcı valizlerimi otele geri götürüp götürmeyeceğimi sordu. Kendime gelebilmem için birkaç dakikanın geçmesi gerekti: Hayır, bu imkânsızdı, o gülünç, apar topar ayrılıştan sonra tekrar otele dönemezdim, dönmek de istemiyordum; kesinlikle hayır: Böylece ona, yalnız kalmak için sabırsızlanarak, valizlerimi depoya koymasını emrettim. Ancak sonra istasyonda sürekli artan ve sonra azalan insan kalabalığının ortasında düşünmeye çalıştım, net bir şekilde düşünmeye, öfke, pişmanlık ve çaresizliğin neden olduğu bu umutsuzluktan ve acıdan kurtulmak istedim, çünkü –niye kabul etmeyeyim ki– kendi hatam yüzünden son buluşmayı kaçırmış olduğum düşüncesi, kor gibi yakan düşünce acımasızca içimi deşiyordu. Avazım çıktığı kadar bağırabilirdim, acımasızca içimi oyan bu kızdırılmış bıçak o kadar çok canımı yakıyordu. Sadece tutkuya yabancı insanlar, böylesi ender anlarda böyle çığ gibi, kasırga gibi birdenbire tutku patlaması yaşarlar. İşte o zaman yıllar yılı biriken her şey insanın içinde patlar. O saniyede yaşadığım şaşkınlığa ve öfkelendiren güçsüzlüğe benzer bir şeyi hayatımın ne öncesinde ne de sonrasında yaşadım, çünkü en cüretkâr şeyleri yapmaya hazırdım –hayatımdaki her şeyi, sahip olduğum, biriktirdiğim her şeyi elimin tersiyle itmeye hazırdım– , işte tam o saniyede tutkularımın kendini kaybetmiş bir şekilde başını tosladığı bir anlamsızlık duvarı yükselmişti önümde.

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört SaatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin