BYÖ - 3. Bölüm

2.2K 119 50
                                    


Orada öylece uzanmıştı yaşlı adam, gözleri kapalı, akşam karanlığının çöktüğü odada. Yarı uyanıktı hâlâ, yarı düş görüyordu. Uykuyla uyanıklık arasında duyguları karmakarışık adam, bir yerlerden, acı vermeyen ve bilmediği bir yerden bir şeylerin, nemli bir şeyin, yavaş yavaş içine aktığını hissetti, sanki kanı, içindeki kanı boşalıyormuş gibi. Bu görünmez akıntı acı vermiyordu, şiddetli akmıyordu. Gözyaşlarının indiği gibi yavaş yavaş iniyordu, ince ince, ılık ılık içine çiseliyordu ve inen her damla, yüreğinin içine işliyordu. Fakat yüreği, o karanlıklara bürünmüş yüreği sesini çıkarmıyor, bu yabancı akışı sessizce içine çekiyordu. Bir sünger gibi çekiyor, ağırlaşıyor, ağırlaşıyor, göğsünün dar kafesinde gittikçe şişiyordu. Yavaş yavaş kendi ağırlığıyla dolup taşan yüreği, sessiz sedasız aşağıya doğru kaymaya, bağlar gevşemeye başladı, gergin kasları çekiştiriliyordu sanki, acılar içinde kıvranan yüreği iyice büyümüş, kendi ağırlığıyla aşağıya sarkmıştı. Şimdi de (nasıl da acıyordu!), işte şimdi de bu ağırlık bedeninin içinden kopuyordu – usulcacık, öyle taş gibi yuvarlanmıyor, olgun bir meyve gibi düşmüyordu, hayır, bir sünger gibi, ıslaklığı tamamen emmiş bir sünger gibi, derinlere düşüyordu, ılık, boş bir yere, kendisinin dışında varlığı olmayan, geniş, sonsuz bir geceye düşüyordu. Ve daha biraz önce sıcak, hayat dolu yüreğinin olduğu yere korkunç bir sessizlik çöktü, olağanüstü ve soğuk, boş bir çukur açılmıştı. Vurmuyordu artık, damlamıyordu da: İçi tamamen sessizliğe bürünmüştü, tamamen ölüydü. Ürkek göğüs kafesi, içi boş ve kapkara bir tabut misali, bu sessiz ve anlaşılmaz hiçliği çevreliyordu.

Bu düş duygusu öyle güçlü, bu şaşkınlık öyle derindi ki, yaşlı adam kendine geldiğinde gayriihtiyarı yüreğinin yerinde olup olmadığını anlamak için göğsünün sol yanını yokladı. Tanrı'ya şükür! Orada dokunan parmaklarının altında belli belirsiz ve ritmik bir şekilde bir şeyler atıyordu, fakat bu sanki boşluğa çarpan hissiz bir vuruştu ve yüreği yerinde değildi. Çünkü tuhaf bir şekilde adeta bedeni kendinden ayrılmış gibiydi. Ağrı yoktu, hiçbir hatıra sinirlerini, işkence görmüş sinirlerini harekete geçirmiyordu, içindeki her şey sessizliğe bürünmüştü, sessiz ve taşlaşmış gibiydi. "Nasıl olur?" diye geçirdi içinden, "Daha biraz önce bir sürü şey bana işkence ediyordu, biraz önce içim yanıyordu, biraz önce bedenimdeki her hücrede can vardı. Ne oldu bana?" Bir boşluğu dinler gibi kulak kabarttı, yüreği atıyor mu, atmıyor mu, dikkat kesildi. Fakat o çiseleme ve hışırtı, o damlalar ve vurmalar çok uzaktaydı –kulak kabarttı, yine kulak kabarttı–, hiçbir şey, ama hiçbir şey, hiçbir şey duyulmuyordu. Hiçbir şey işkence etmiyordu, hiçbir şey eziyet etmiyordu, hiçbir şey acı vermiyordu artık: Yanmış bir ağacın kovuğu gibi bomboş ve kapkara olmalıydı içi de. Sonra, birdenbire ölmüş olduğunu ya da içinde bir şeylerin ölmüş olabileceğini düşündü, böyle korkunç, sessiz akıyordu kanı. Bir ceset gibi soğuk yatıyordu altındaki bedeni, sıcak elleriyle ona dokunmaya korkuyordu.

Yaşlı adam içine kulak kabarttı. Gölden çan seslerinin her saat başı daha çok karanlığa bürünen odasında vurduğunu duymuyordu, çevresine gecenin karanlığı çökmeye başlamıştı, karanlık, uzaklaşan mekânın içindeki eşyaların üzerini kaplamıştı, pencerenin dört yanından giren aydınlık gökyüzü bile karanlığın içinde kaybolmuştu. Yaşlı adam bütün bunların farkında değildi, gözlerini, içindeki karanlığa dikmiş, kendi ölümünün içine bakar gibi sadece içindeki boşluğa kulak kabartmıştı.

Sonunda yandaki odadan kahkaha ve neşeli sesler duyuldu, ışıklar yandı – aradaki kapının altından hafif bir ışık sızdı. Yaşlı adam irkildi: Kızı ve karısıydı. Birazdan gelip onu yatağında bulacaklar ve sorular soracaklardı. Acele ile yeleğini ve ceketinin düğmelerini ilikledi. Geçirdiği krizi bilmeleri gerekmiyordu. Onları ilgilendirmezdi. Fakat iki kadının onu aradığı yoktu. Görünen o ki aceleleri vardı. Çalan gong, akşam yemeğini haber veriyordu. Herhalde akşam yemeğine hazırlanıyorlardı. Onlara kulak kabartmış adam, açık kapıdan her hareketi dinliyordu. İşte şimdi çekmeceleri açıyorlar, şimdi de yavaşça yüzüklerini lavaboların üzerine koyuyorlar, şimdi ise ayakkabılarıyla yürüyorlar ve bu arada da konuşuyorlar: Her sözcük, her bir hece korkunç derecede net bir şekilde onları dinleyen adamın kulağına geliyordu. Önce adamlar hakkında konuşup onlara güldüler, yolculuk sırasındaki bir tesadüften bahsettiler. Hazırlanırken, yıkanırken, eğilirken, dişlerini fırçalarken oradan buradan konuştular. Derken söz birden adama geldi.

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört SaatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin