İHTİYAR KALPLE GENÇ KALP KARŞI KARŞIYA

96 6 0
                                    


Gillenormand Baba o tarihte dolu dolu doksan bir yaşındaydı. Yine hep Matmazel Gillenormand'la birlikte Filles-du-Calvaire Sokağı 6 numaradaki, kendine ait eski evde oturuyordu. Hatırlanacağı gibi, Gillenormand Baba ölümü dimdik ayakta bekleyen, yaşın sırtına bindirdiği yükün altında eğilmeyen ve acının bile belini bükemediği kadim ihtiyarlardan biriydi.

Ne var ki, bir süredir kızı, "Babamda bir düşkünlük var," deyip duruyordu. Gerçekten de, yaşlı adam artık hizmetçi kadınları tokatlamıyor, Basque kapıyı açmakta geciktiğinde merdiven sahanlığında bastonunu yere eskisi kadar şiddetli vurmuyordu. Temmuz Devrimi onu altı ay süreyle pek az öfkelendirmişti. Âdeta sükûnetle okumuştu Moniteur'de yan yana getirildiğini gördüğü şu kelimeleri: Mösyö Humblot-Conte, Fransa âyan meclisi üyesi. Gerçek şu ki, yaşlı adam bitkindi. Gerçi eğilmiyordu, teslim olmuyordu; ne maddi ne de manevi yaradılışı elverişliydi buna; ama için için eridiğini hissediyordu. Dört yıldan beri Marius'u bekliyordu; beklemekte ayak direyerek -bu deyim tam yerindedir- şu hain küçük haylazın günün birinde mutlaka kapıyı çalacağına inanarak bekliyordu. Ama şimdi artık bazı kasvetli anlarında, kendi kendine, "Ya Marius gelmekte daha fazla gecikirse," dediği oluyordu. Ölüm fikri değildi onun için tahammül edilemez olan, Marius'u belki bir daha hiç görmemek fikrine dayanamıyordu o. Marius'u bir daha hiç görmemek, o güne kadar bir an olsun gelmemişti aklına; ama şimdi bu fikir kafasında belirmeye ve onu dondurmaya başlamıştı. Tabii ve hakiki duygularda daima olduğu gibi, ayrılık, başını alıp gidiveren nankör evlada karşı onun büyükbabalık sevgisini büsbütün arttırmıştı. Aralık ayının eksi on derece soğuk gecelerinde özlenir en çok güneş. Mösyö Gillenormand'ın, bir dede olarak torununa yanaşma yolunda bir adım atmasına imkân yoktu, daha doğrusu o bunu imkânsız saymaktaydı: "Gebersin, daha iyi," diyordu. Hiç kabahatli bulmuyordu kendisini; ama Marius'u da derin bir şefkatle ve karanlık bir âleme göçmek üzere olan ihtiyar bir adamcağızın sessiz umuduyla düşünüyordu her zaman.

Dişleri dökülmeye başlamıştı. Bu da onun üzüntüsünü büsbütün arttırıyordu.

Mösyö Gillenormand, dehşetle öfkelenip utandığı için, hiçbir zaman hiçbir metresini Marius'u sevdiği kadar sevmediğini kendine bile itiraf edememişti.

Odasına, yatağının başucuna, âdeta uyanır uyanmaz görmek istediği tek şeymişçesine, ölmüş olan öbür kızının, Madam Pontmercy'nin on sekiz yaşındayken yapılmış bir portresini koydurmuştu. Hep bu portreyi seyredip duruyordu. Bir gün ona dikkatle bakarken:

- Bence ona benziyor, diyecek oldu.

Matmazel Gillenormand:

- Kardeşime mi? diye atıldı. Elbette ya.

İhtiyar adam ekledi:

- Aynı zamanda ona da.

Bir defasında da dizlerini birbirine bitiştirmiş, gözleri yan kapalı, bitap bir halde oturduğu sırada, kızı cesaret edip ona sordu:

- Babacığım, eskisi kadar kızgın mısınız ona hâlâ?

Daha ileriye gitmeyi göze alamayıp sözünü kesti.

- Kime? diye sordu ihtiyar.

- Canım, şu zavallı Marius'a?

Adam, yaşlı kafasını kaldırdı, zayıf, buruşuk yumruğunu masanın üstüne koyarak en öfkeli, en gür sesiyle haykırdı:

- Zavallı Marius mu dediniz? O mösyö zibidinin biridir. Kötü bir serseridir, nankör, kalpsiz, ruhsuz bir boş gururlu küçük adamdır, kendini beğenmişin biridir, bir şer ehlidir!

SefillerWhere stories live. Discover now