BEŞİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-

146 7 0
                                    


Dört Duvar Arasında Savaş

I

SAINT-ANTOINE MAHALLESİ YAĞMURU VE TEMPLE MAHALLESİ DOLUSU

Toplumsal hastalıklar gözlemcisinin belleğinden silinmeyecek olan iki unutulmaz barikatın ortaya çıkışı, bu kitaptaki olayın geçtiği döneme rastlamaz. Her ikisi de korkunç bir durumun iki ayrı bakımdan simgesi olan bu barikatlar, tarihin görüp göreceği en büyük sokak savaşı diyebileceğimiz o kaçınılmaz Haziran 1848 Ayaklanması sırasında yoktan varoldu.

Ayaktakımı denen o umutsuzlar umutsuzu yaratığın kaygılarının, yılgınlıklarının, yoksunluklarının, hummalarının, felaketlerinin, acılarının, kara cahilliklerinin ve karanlıklarının dipsiz derinliğinden protestoya kalkışıp ilkelere, özgürlük, eşitlik ve kardeşliğe, hatta genel oya ve herkesin herkes tarafından yönetimine aykırı olarak, halka karşı savaş açtığı görülür bazen.

Baldırı çıplak takımı kamu hukukuna saldırır, sersefiller halka karşı ayaklanırlar.

İç karartıcı günlerdir bunlar; zira bu çılgınlıkta dahi belli bir ölçüde hak hukuk, bu düelloda bir intihar payı vardır. Birer hakaret yerine geçen "ayaktakımı", "sersefiller", "alt tabaka", "dilenci tayfası" gibisinden bütün o sözcükler, gel gör ki, düşkünlerden çok egemenlerin, nasipsizlerden çok ayrıcalık sahiplerinin hatasını dile getirmektedir.

Bize gelince, biz bu sözcükleri her söyleyişimizde acı ve saygı duymaktayız; zira felsefe bu sözcüklerin denk düştüğü olguları enine boyuna incelemeye giriştiğinde, önemsiz şeylerin yanı sıra ve çoğu zaman, yüce şeyler de bulur. Atina bir sersefiller devletiydi, dilenci tayfası yarattı Hollanda'yı, Roma'yı ayaktakımı kurtardı kaç kere ve İsa'yı izleyenler hep alt tabaka insanlarıydı.

Tek bir düşünür yoktur ki alt tarafın görkemlerini zaman zaman seyre dalmış olmasın.

Ermiş Saint Jeröme, o gizemli Fex urbis, lex orbis sözünü söylerken, içinden havarilerin ve din şehitlerinin yetişip geldiği o ayaktakımını, bütün o fakir fukarayı, bütün o serserileri, bütün o sersefilleri kastediyordu şüphesiz.

Acı çeken bu yaralı kalabalığın öfkeli saldırıları; kendi hayatını temellendiren ilkelere ters düşen şiddet gösterileri, hakkı hukuku darmadağın etmeye yönelik atılından, halk tarafından gerçekleştirilmek istenen bir hükümet darbesidir aslında; dolayısıyla da bastırılmalıdır. Dürüst insan, kendisini bunları bastırmaya adayan insandır; ve doğrudan doğruya o ayaktakımına duyduğu sevgidir onu harekete geçiren. Ne var ki aynı dürüst insan, kafa tuttuğu o takımın mazur görülebilirliğini hissetmeden edemez! Ve ona karşı koyarken derin bir hayranlık duyar ve tapınır âdeta! Ödevimizi yaparken bizi allak bullak eden ve ileri gitmemizi engelleyen garip bir duyguya kapıldığımız ender anlardan birini yaşamaktayızdır; yaptığımız şeyin gerekliliği ve doğruluğu inancıyla devam ederiz. Ama vicdan rahatlığımız hüzün rengine bürünür çok geçmeden ve ödevimizi yerine getirmiş olmanın huzuru bir yürek daralmasıyla nitelik değiştirir.

Haziran 1848, hemen söylemek gerekiyor ki, tarih felsefesi içinde sınıflandırılması hemen hemen olanak dışı olan başlı başına bir olguydu. Hakkını isteyen emeğin kutsal kaygısını hissettiğimiz o olağanüstü ayaklanış söz konusu olduğunda, şu ana kadar ettiğimiz bütün sözlerin bir yana bırakılması gerekir. Ödevimiz, bastırıp yenmekti onu; zira o, cumhuriyete kastetmekteydi. Ama işin aslı düşünülecek olursa, neydi Haziran 1848? Halkın kendi kendisine karşı giriştiği bir ayaklanma değildi de neydi?

Konu gözden uzak tutulmadıkça konudan uzaklaşmak diye bir şey söz konusu olamaz. Dolayısıyla da bir an için okurun dikkatini, demin sözünü ettiğimiz, kesinlikle tekil nitelikler taşıyan ve bu ayaklanmaya karakterini veren o iki barikat üzerine çekmemize izin verilsin.

SefillerWhere stories live. Discover now