14 / Eflâl

6.8K 574 26
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



Ela'nın kemanı çalmasını beklerken içime dolan sabırsızlıkla ayağımı yere vurmak ve gözlerimi devirmek istiyorum, ne yazık ki bunların hiçbirini yapamam.

O kadar çok nefret ediyor ki bu yaptığımızdan benim de en ufak bir haz almama izin vermiyor. Her hücresiyle, gözeneklerinden fışkıran bir nahoşlukla burada olmak istemediğini haykırıyor bu küçük kız. Ben de ne yaptıysam bir türlü ona kemanı ve notaların arasında kaybolmayı sevdiremiyorum.

Oysa benim ne için ne kolay tellerin tınısında bütün dünyayı bırakıp notaların duygulara dönüştüğü ve sonra bambaşka bir enerjinin sarmaladığı o büyülü sarmalın içine kendini bırakmak. Nefes almak gibi, uyumak gibi ihtiyaç meselesi. Kemanı bırakmak bir uzvumu kaybetmekle eş değer benim için.

Ela kıstığı gözleriyle Emir'e ne kadar benzediğinden habersiz ki bu iyi bir şey değil, kemanın yayını elinde sallayıp duruyor. "Siz," diyor temkinli bir sesle. "Asım'la sevgili misiniz?"

Bir an ağzımın açık kaldığını hissediyorum. Sanki kemanıyla beni öldürüp sıcak bir ülkeye kaçması bile bu soruyu sormasından daha olasıydı benim için.

Zorlukla yutkunarak "Dersimize devam edelim." diyorum, ılımlı olduğunu düşündüğüm bir gülümseme konduruyorum sonra dudaklarıma.

"Çok üzülmüştü." İlgimi çektiğini görünce memnun ve hain bir şekilde ufacık gülümsüyor. "Babası gittiğinde."

Kahretsin.

Kendime engel olamayacağımı biliyorum. Ela bir kere bu treni raylardan çıkardı. "Babası mı?"

"Hıhım." derken başını aşağı yukarı sallıyor. Bu sırada kemanı masanın üzerine bırakıyor. Ne var ki itiraz edemiyorum çünkü zihnim tamamen başka bir şeye odaklanmış vaziyette. "Sana anlatmadı mı?"

Sesinde öyle durgun ama insanı meraklandırıcı bir ton var ki minicik bir kızın ağına bile isteye atlayan bir balık kadar aptal hissediyorum kendimi. Lakin bilmem lazım, Asım'ın niye üzüldüğünü, babasının niye gittiğini öğrenmem lazım. Bir anda sırtıma binen ağırlıkla baş etmemin başka bir yolu yok aksi takdirde.

"Hayır. Ne olmuş babasına?"

İncecik omuzlarını hafifçe silkeliyor. "Ben de çok bilmiyorum. Annesiyle...." Bakışları bir an boşlukta asılı kalıyor sonra tekrar odağını bularak bana çevriliyor. "Ben pek bilmiyorum aslında."

Öyle ağır bir hayal kırıklığı üstüme çöküyor ki oturduğum yerden kayıp kontrolü kaybedilmiş bir kukla gibi yere yığılıvereceğimi sanıyorum. Yine de omurgam işlevini sürdürerek beni dik tutmayı başarıyor. "On dakika ara verelim mi?"

Cevabını beklemeden ayağa kalkıyorum, nasılsa ikimizde asıl amacının bu olduğunu biliyoruz. Neden bir anda bana ip uçları vermekten vazgeçtiğini bilmiyorum ama bu daha da korkmama sebep oluyor.

Asım'ın babasının gittiğini bilmiyorum. Annesiyle ne olmuş bilmiyorum. Hiç anlatmadı. Hiç sormadım.

Bu acizlik beni aniden her şeyden soyutlayıveriyor. Sanki dünya yörüngesinden bir saniye için sapıp beni uzay boşluğuna bırakmış, sonra hiçbir şey olmamış gibi geri dönüp dönmeye devam etmiş gibi hissediyorum. Her şey devam ederken ben boşlukta çaresizce sessizliğin ve çaresizliğin mahkumu olmuş gibiyim. Niye bana hiçbir şey anlatmadı?

Bilinçsizce bir iki odayı denedikten sonra Emir'i daha önce Asım'la beni film izlemeye getirdiği odada film izlerken buluyorum. Beni görünce gülümsüyor, oturduğu yerden toparlanıp filmi durduruyor. Ekranda aktrisin yüzü garip, çirkin bir ifadede donup kalıyor. Hayatın sürekli olmasının nasıl bir nimet olduğunu düşünüyorum birkaç salise. Garip zamanlarda garip düşünceler takılıveriyor insanın aklına.

Emir'in yanına koltuğa çökerken onun da yüzündeki gülümseme talihsizce sallanıyor ve "Bir şey mi oldu?" diye soruyor.

"Asım'ın babasına ne olmuş?"

Sesimin sakin çıkıyor olması beni rahatlatıyor ama sorduğum şey Emir'in başını hızla iki yana sallamasına sebep oluyor. "Bu konuyu açmanı tavsiye etmiyorum."

"Niçin?"

"Çünkü sana bir şey anlatamam."

"Ama neden?" Neredeyse Emir'e yalvaracağım. Bilme ihtiyacıyla öyle sarmalanmış vaziyetteyim ki sesimdeki kıvranışa bile sahip çıkamıyorum.

"Çünkü Asım bu konu hakkında konuşulmasından hoşlanmıyor."

Açılan kapı ikimizin de ilgisini o tarafa çekerken bahsi geçen şahıs; yani üzerindeki deri ceketle, soğuktan rengi solmuş yüzüyle ve iyice belirginleşen masmavi gözleriyle kalbimi yerinden şikayetçi olmaya razı eden Asım odaya giriyor.

"Neyden hoşlanmıyormuşum?" derken bize doğru yaklaşıyor ve başımın tepesine, saçlarımın arasına bir öpücük bırakıyor.

Emir ellerini suçsuzmuş gibi iki yana açıyor ve ayağa kalkıyor. "Ben sizi yalnız bırakayım." derken televizyonu kapatıyor, ardından da odadan çıkıyor.

Arkadaşının ardından sorgulayan gözlerle bakan Asım, ceketini çıkardıktan sonra Emir'in yerine oturarak kolunu bana doğru uzatıyor ama başımı iki yana sallayarak reddediyorum onu. "Neyden hoşlanmıyormuşum?" diye tekrarlıyor sorusunu.

Bir anda içimdeki bütün cesareti kaybettiğimi hissediyorum. Bir anda dünya niye böyle içine sığılmaz oldu, anlayamıyorum. Derin bir nefes almaya çalışıyorum ama ciğerlerim buna muktedir olmadığı için daha fazla köşeye sıkıştığımı hissediyorum.

"Ela," derken bakışlarımı ellerime indiriyorum. Hiç bilmediği bir araziye yanlış teçhizatla girmiş acemi bir asker kadar savunmasızım. "Babandan bahsetti."

Korktuğum başıma gelmiş gibi, mayına basmışım gibi ani ve sert oluyor Asım'ın tepkisi. Cümlemi tamamlar tamamlamaz kaşları öyle hızlı çatılıyor ki bir an beni idam ettiğini ikna oluyorum. Asım'ın kaş çatışında yirmi yıllık harap olmuş, hastalıklı hayatım son buluyor.

Birini sevdiğinizde onunla ilgili en ufak şey nasıl böyle hassas bir hale geliyor fark etmiyorsunuz. Başkalarına karşı kurduğunuz mekanizmalar işe yaramıyor, kalkanlar ziyan olup gidiyor, kılıçlarınız kürdandanmış gibi kırılıveriyor. Yanlış bir adım atmaktan, bir anda her şeyin ellerinizden kayıp gitmesinden ölesiye korkmaya başlıyorsunuz.

Yine de garip bir şekilde bu mevzuyu öğrenme ihtiyacıyla kıvranıyorum. Yeterli cephanem yok diye savaştan kaçmayacak kadar çok seviyorum Asım'ı.

Derin bir nefes aldığını duyuyorum. Bakışlarımı tekrar ellerime çivilediğimden, çatık kaşlarının düzelip düzelmediğinden emin olamıyorum.

"Gerçekten bahsetmek istemiyormuşum."

Sesinde fark ettiğim hafif gülüş başımı kaldırmam için yüreklendiriyor beni. Dudaklarında neşeden yoksun minik bir kıvrılışın donup kaldığını görüyorum. Nedense geldiğim yolu dönmek istemiyorum. Birkaç söz söyleyip mevzuyu geçiştirebileceğimin farkındayım ama bu andan itibaren ömrümün geri kalanında beni yiyip bitiren bir yara gibi bu soru içimde asılı kalmış olacak. O yüzden ısrarla gözlerinin içine bakmaya devam edip sessizliğimi koruyorum.

Sonunda Asım pes etmiş gibi başını koltuğun arkalığına yaslıyor. Mavi gözleri tavanda gezinirken birkaç kere yutkunduğunu görüyorum. Sanki konuşmak uzun zaman sonra ilk defa yapacağı bir eylemmiş gibi onu zorluyor.

Sonunda dudakları bir gülümsemenin başlangıcıymış gibi tekrar kıvrılıyor. Sinirlerine hakim olamadığını o an fark ediyorum. "Otuz yıllık evliliğini benim yaşlarımda bir kızla birlikte olabilmek için mahvetti."

Cümlesini söylerken gözlerimin içine bakıyor, bunun komik olmadığını ikimiz de biliyoruz yine de gülüyor olduğundan bahsetme ihtiyacı duymuyoruz. İçimde bir yerin Asım'ın içine bastırdığı bütün bu ağırlığın etkisiyle kanamaya başladığını hissediyorum. Onun savunmasızlığı, benim savunmasızlığım.

"Annem yıkılmıştı." diye devam ediyor. "Kendini içkiye verdi. Herkes, her şey bizden bahsediyordu. Genel olarak korkunçtu. Annem bir süre tedavi gördü. Ailemiz dağıldı. Ablam yurt dışında olduğundan ona pek bir şey olmadı. Ortalık biraz dağılmıştı ama topladık."

Cümlesini bitirince birkaç saniye gözlerimiz birbirine kilitleniyor. Sanki duyduklarımı hazmedip hazmedemeyeceğimi kontrol ediyormuş gibi hissediyorum. Sanki kendisi de hala bütün bu olan bitenin kötü bir rüya mı yoksa gerçek mi olduğuna karar veremiyormuş gibi.

Bu sefer davet beklemeden ben yanaşıyorum ona. Alnımı boynuna dayayıp başımı omzuna yerleştiriyorum. Elini saçlarımın arasında hissettiğimde istemeden iç çekiyorum. "Neden bana hiçbir şey anlatmadın?"

Güldüğünü duyuyorum, bu sefer öncekilere göre gayet gerçek olduğunu fark edince içim biraz da olsa rahatlıyor. "Ne dememi bekliyordun? Sana deli oluyorum ve büyük bir aile faciası geçiriyorum."

"Kulağa çok çekici geliyor. "

Bir süre ikimizde bu söylediğime gülüyoruz. Asım'ın kokusu ciğerlerime dolarken, eli yumuşak hareketlerle saçımı severken dünyanın en huzurlu anındaymışım gibi hissediyorum.

"O gün neden durdun?" diye soruyor, huzurlu sessizliğimizi meraklı bir tavırla bölerken. "Düğünde, yağmurun altında neden durdun?"

"Çünkü," hafifçe kıpırdanarak Asım'ın omzuna iyice yerleşiyorum. "Çok saçma aslında."

Lafı çeviriyor oluşumdan hoşlanmadığını belirten küçük bir ses çıkarıyor. Onun bana anlattıklarını düşününce benim aptal utangaçlığım çok gereksiz geliyor gözüme.

"Çünkü... Biliyorsun astımım yüzünden bizimkiler üstüme biraz fazla düşüyor ve pek bir şey yapmama izin vermiyor. Özellikle şu okuldaki mevzudan sonra neredeyse tek başıma nefes almama bile izin vermeyecekler." Yaptığım benzetmenin saçmalığını fark ederek gülüyorum ama Asım hiçbir tepki vermiyor, ben de devam ediyorum. "Bu yüzden bazen küçücük şeyler bile ilgi çekici oluyor. Küçük anlar veya hareketler. Seni öyle herkes kaçışırken görünce... Bilmiyorum, kulağa çok aptalca geliyor ama bir an senin yerinde olmak istemiştim. Canının istediği şeyi yapıyordun. Ne kadar saçma ve aptalca olursa olsun. "

Bir süre birbirimize söylediklerimizi sindirebilmek için sessizlik tarafından sarmalanmış olmamız rahatsız edici gelmiyor. Sonra aklıma gelen düşünceyle elimi Asım'ın göğsüne dayayıp doğruluyorum. Meraklı gözleriyle bana bakarken "Ela." diyorum. "Ela'yı unuttum."

Ben ayağa kalktığımda o da oturduğu yerde doğruluyor. "Gitmek zorunda değilsin. Zaten ders yapmak istemiyor."

"Asım!" Üstümdeki kazağı çekiştirerek düzeltiyorum. "Bunun için bana para ödüyorlar."

Pes etmiş gibi yüzüne memnuniyetsiz bir ifade yayılıyor. Emir'in sehpaya bıraktığı kumandayı alıp televizyonu açıyor tekrar. "Fikrini değiştirirsen diye bir süre daha burada olacağım."

"Değiştirmeyeceğim." diyorum kararlı olduğunu umduğum bir sesle.

Asım cevap olarak sadece dudak büküyor ve az önceki kadının hararetli hararetli bir şeyler anlattığı ekrandan ayırmıyor gözlerini.

"Senden hiç hoşlanmıyorum." derken kapıyı açıyorum, çıkmadan önce söylediklerime güldüğünü görünce benim de yüzüme bir gülüş yayılıyor.

Merdivenleri çıkarken meselenin hepsini anlatmadığının farkında olarak yine de küçük bir adım atmış olmanın verdiği rahatlıkla sarmalanıyorum.

****

twitter: betulrsen

Kayıp ŞarkıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin