Bakışlarımı arabanın camından, dışarıdan, en çok benim dışımda hızla akıp giden başka hayatlardan ve başka şeylerden alamıyorum. Çünkü eğer bir saniye için bile dönüp kendime baksam, içimi yoklasam ellerimi titretecek bir heyecanın ve endişenin ne kadar inkâr edersem edeyim kemiklerime kadar işlemiş olduğunun, dahası yok saydığım zorlu nefeslerimin farkına varacağım.
Bu sabah uyandığımdan beri midemde rahatsız edici bir ağrı var. Dahası ciğerlerim aniden bütün fonksiyonlarını kaybedecekmiş gibi sıkıntılı bir hisle göğsümü darlıyor. Daha önce Asım yakıştığını söylediği için giydiğim yeşil elbisem, deri ceketim, açık bıraktığım saçlarım ve yaptığım hafif makyajla kendimi kandırmaya çalışıyorum. İyi ve rahat olduğuma dair, heyecanlanacak ve endişelenecek bir şey olmadığına dair kendime telkinler verip duruyorum.
Dışımdan ise sadece Asım'la göz göze geldikçe dudaklarımı gülümsemeye zar zor ikna edecek gücüm var. Arabayı durdurmak ve arkama bile bakmadan koşa koşa eve kaçmak istiyorum. Bunun ne kadar büyük bir adım olduğu gerçeği, annesinin beni sevip sevmeyeceği endişesi içten içe beni yiyip bitiriyor.
Bütün bunları ipten yeni alınmış çamaşırlar gibi topluyor, katlıyor ve içimin raflarına kaldırıyorum. Yine bütün bunlar bir kâbusun içindeymişim gibi tekrar ipten toplanmaya, katlanmaya ve raflara kaldırılmaya ihtiyaç duyuyor. Bu sayede korkunç olmayan bazı şeylerin kısır bir döngünün içine girerek nasıl yüreğimi darladığı konusunda her geçen saniye daha fazla tecrübe sahibi oluyorum. Çünkü mantıklı olan birtakım sebepler ve gerçeklere rağmen her şey mantıksız bir döngünün içinde beni bunaltmaya devam ediyor ve bu konuda elimden hiçbir şey gelmiyor.
Yolcuğumuz sessiz geçiyor, Asım beni evimden aldığından beri birkaç cümle ancak kurmuş bulunuyoruz. Halbuki karşı yakaya geçtik, yani bir kıta değiştirdik; aşılamayacak bir mesafeyi rahatça aşıverdik. Bunlar önemli şeyler değil mi? Biraz uzaktan baktığımızda kıta değiştirmiş olduğumuz gerçeği devasa ve korkutucu değil mi? Yoksa içinde bulunduğum ruh hali yüzünden her şeyi gözümde dramatik bir şekilde büyütecek kadar mantığımı yitirdim mi?
Buna pek alışık değilim. İçimdeki korkuya sahip çıkamamaya yani. Onu içimin sandıklarına gömmeye biraz, hiç var olmamasına oldukça alışkınım. Bu yüzden şu an baş edemiyor oluşum neredeyse yeni bir tecrübe oluşunun korkunçluğunu da kendine katıyor. Böylece içimden, tecrübelerimden ve tecrübesizliğimden beslenen koca bir canavara dönüşüyor.
Ben canavarlarla savaşacak türde biri değilim. Onların hiç var olmamasına alışkınım. Baş edebileceğimden emin olamadığım şeylerden uzak durmaya daha çok alışkınım. Yine de buradayım işte. Asım için.
Asım için tanımadığım canavarlarla yüzleşemeye razı geliyorum. Bu saçma ve dramatik değil, değil mi? Bunun bir anlamı var. Kalbimi ısıtan, beni Asım'a katan ve hatta beni büyük bir sahip olma ihtiyacı içinde bırakan bütün bu duyguların ve cesaretin koca bir anlamı var.
Olmak zorunda.
"Eflâl?"
Suratımda sahip çıkamadığım bir durgunluk ve katılık olmasına rağmen bakışlarımı Asım'a çeviriyorum.
"Kusacak gibi duruyorsun."
Buna ikimiz de hafifçe gülüyoruz. "Biraz gerginim." diyorum oturduğum yerde kıpırdanarak. Yolculuğun bacaklarımı ve sırtımı ağrıtmış olduğunu fark ediyorum.
"Sadece basit bir kahvaltı. Üstelik biz, sizin gibi birbirimizi de bıçaklamıyoruz."
Söylediğine huysuzca burnumu kırıştırıyorum. Ne kadar kendi korkularıma gömülmüş olursam olayım Asım'a tepkisiz kalamıyorum. "Bu gidişle sen benim elimde kalacaksın, benden söylemesi."
"Ne büyük aşk." derken başını arkaya dayıyor ve genişçe gülüyor. Bakışları tekrar bana değdiğinde gözlerimi ondan alamıyor oluşumu umursamıyorum. Bir türlü yüzünü tarif edecek doğru kelimeleri bulamıyorum. Gözlerinin sıcacık mavisine hiçbir sıfatı yakıştıramıyorum.
"Ya, " diyorum, Asım'ın yanında şımarık bir kız çocuğuna dönüşmem için sadece saniyeler yetiyor. "Beğenmedin mi?"
"Çok beğendim." Gözlerini yoldan ayırıyor olmasa da ikimiz de gülmemek için kendimizi zor tuttuğumuzun farkındayız. Birkaç saniye içinde arabanın içi gürültülü kahkahamızla doluveriyor nitekim.
"Çok kötüydü, çok bayattı. Sen kızları hep böyle mi tavlıyorsun?"
"O kadar da kötü değildi." diyor bakışları kısa bir süreliğine beni bulurken. Ne kadar sevimli bakarsa baksın asla bunun ne kadar kötü olduğunu söylemekten vazgeçmeyeceğim.
"Hayır." derken dudaklarımı kararlılığımı göstermek için birbirine bastırıp başımı iki yana sallıyorum. "İyi ki ilk tanıştığımızda böyle bir şey söylemedin."
Bana genişçe gülümsemekle yetiniyor. Bu sırada araba bir köşeyi dönüyor ve bahçeli, güzel bir evin garaj yoluna giriyor. Bir anda yer çekiminin yeni farkına varıyormuşum gibi bütün organlarımın ağırlığını hissediyorum. Hepsini; kalbimi, ciğerlerimi, pankreasımı, midemi tek tek hissediyorum ve taşırken yoruluyorum.
Daha önce Asım'ın daha doğrusu annesinin nasıl bir evde yaşadığını hiç düşünmemiştim. Asım'ın dairesine de gitmemiştim. Ama beklediğimin bu olduğunu söyleyemeyeceğim. Bir apartman dairesi beni şaşırtmazdı. Bu ev, Asım'ın hayatı hakkında aslında ne kadar az şey bildiğimi yüzüme vuruyor gibi dikiliyor karşımda. Geniş bir bahçenin ortasında birkaç katlı ve oldukça bakımlı bir ev.
Derin bir nefes alıyorum. Asım arabadan iniyor. Aldığım nefesi geri veriyorum. Elim kapının koluna gidip açılmasını sağlıyor. Arabadan indiğimde midem ters dönmüş gibi hissediyorum.
"Asım?"
Sesimdeki istemediğim telaş Asım'ın ani ve yoğun ilgisini üstüme toplamama sebep oluyor.
"Ben yapamayacağım sanırım."
Bir şey söylemeden önce arabanın önünde dolaşıp yanıma geliyor. Elleri ellerimi kavrıyor, sıcaklığı midemdeki kötü hissin bir nebze yok olmasına sebep oluyor ki buna şükrediyorum.
"Bir şey mi oldu?"
Ne çocukça tepkime kızıyor ne de yapılan hazırlıklardan ya da olacak ayıplardan bahsediyor. Başımı iki yana sallıyorum. "Hayır, sadece insanlar... Ben öyle annelerin çok fazla seveceği bir kız değilim. İnsanlar beni pek sevmezler Asım. Annen beni sevmezse..."
Ben üzüntüyle bakışlarımı yere indirirken onun hafifçe güldüğünü duyuyorum. Tam olarak neyi komik bulduğunu sormak için başımı kaldırıyorum. "Seni sevmeyecek bir insan tanımıyorum." dedikten sonra uzanıp alnıma kısa bir öpücük bırakıyor.
"Ben bir sürü tanıyorum, istersen sana sayabilirim."
"Hiç gerek yok."
"Bak şimdi, üniversitedeki şu kızıl saçlı kız vardı, Esra. Nedenini bilmediğim halde bazı postacılar. Her zaman böreklerin neyli olduğunu tek tek sorduğum için benden hiç hoşlanmayan bir pastaneci var. Emel'in kuzeni. Mirza'yla flört eden kızlar."
"Eflâl..."
"Lisedeki matematik hocam. Emir'in kaşında piercing olan arkadaşı. Bak o çocuk beni hiç sevmedi gerçekten."
"Eflâl."
Nefesimi fazlaca harcadığımı fark ederek "Efendim?" diyorum. Benim bütün telaşıma rağmen Asım'ın suratında gözlerinin kısılmasına sebep olan aptal bir gülümseme var.
"Gitmek istiyorsan gidebiliriz. Yine de korkunun gereksiz olduğu konusunda ısrarcıyım."
Birkaç saniye cevap vermeden öylece ona bakıyorum. Geri dönemeyeceğimi biliyorum. Buraya kadar gelmiş ve geri dönmüş olmanın, dahası Asım'ın annesini ekmiş olmanın utancıyla yaşayamam.
"Hayır, gidebiliriz."
Asım kabul edermiş gibi başını sallıyor ve önden yürümem için yarım bir reverans yapıyor. Titrek ve tedirgin bir gülümsemeyle önüne geçiyorum.
Bu andan sonrası terleyen avuçlarım, aynı zamanda donan ayaklarımın bir türlü normal sıcaklığı tutturamayışı yüzünden bulanan midem ve heyecanım yüzünden oldukça bulanık geçiyor.
Nergis hanımla tanışıyorum. Asım'ın annesi, oğluna bir nebze olsun benzemiyor. Mavi gözlerini ve yaramaz tavırlarını babasından almış olmalı.
Yine de kibar bir gülümseme ve kendimin uydurup uydurmadığına emin olamadığım oldukça kederli gözlerle karşılaşıyoruz. Nergis hanım gülüyor, ne var ki güldüğü şeye veya güldüğü gerçeğine gözleri katılmıyor. Kaskatı iki kahverengi bakış olarak duruyorlar.
Sıkıntısını içine gömemiyor, sadece üstünü ince bir örtüyle kapatıyor sanki. Bütün bunları uyduruyor olmak istiyorum, sadece bildiğim gerçekler yüzünden beynimin fazla çalıştığına kendimi inandırmaya çalışıyorum. Fakat her geçen saniye Nergis hanımın yaşama sevincinden ne kadar uzak olduğunu vurgularcasına ağırlaşıyor.
Bin bir türlü güzel eşyayla ve zevkli bir şekilde döşenmiş evi ona tat vermiyor. Önümüzde sadece kuş sütünün eksik olduğu masa da. Yardımcısının etrafında dönüyor ve her isteğini anında gerçekleştiriyor oluşu hiçbir şey fark ettirmiyor. Hatta benimle tanışıyor olması bile bir şey ifade etmiyormuş gibi gözüküyor. Kaba davranmıyor, son derece kibar ve hatta ilgili olmaya çalıştığını görebiliyorum ama memnuniyet sanki hissetmeyi unuttuğu bir duyguymuş gibi hiçbir mimiğine bulaşmıyor.
Sadece bakışları Asım'a değdiğinde bir nebze olsun canlanıyor. Asım konuşunca ilgilenecek bir şeyler oluyor, gülünce gözlerini de gülmeye ikna edebiliyor.
Ben ise konuşmaya arada sırada katılıyor, genellikle Asım'a cevap veriyor ya da sessiz bir şekilde yemeğimi yemeye devam ediyor. Halimden oldukça memnunum. Korkularım yok olmasa dahi coşkuyla üstüme gelen ve beni ezip geçen saldırılar yapmayı bırakıp bir köşede sessizce bekliyorlar.
"Eflâl," Adımı duyduğumda bakışlarımı yemeğimden kaldırıyorum. Nergis hanımı benim oldukça üzücü bulduğum bakışlarını bana dikmiş olarak buluyorum. "Asım biraz senden bahsetti." diyor. Dirseklerini masaya dayayıp ağır ağır ellerini birleştiriyor. "Aslında epeyce bahsetti."
Asım'ın göz devirdiğini görüyorum, buna elimde olmadan genişçe gülümsüyorum.
"Böyle konularda konuşmayı pek sevmese de ablasıyla üstüne biraz gitmiş olabiliriz. Bir kere anlatmaya başlayınca devamı da geldi sanırım."
Ne diyeceğimi bilemeyerek tekrar ama bu sefer daha kibar bir şekilde gülümsüyorum. Aklıma çok zekice ya da akıllıca bir şey gelmediği için birazcık gerilmiş olsam da Nergis Hanım konuşmaya devam ediyor.
"Hasta olduğunu söylemişti."
"Anne." Asım'ın çatılan kaşları ve uyarı dolu sesinin önüne geçmek için masanın üzerinde duran eline dokunuyorum ve sorun olmadığını göstermek için gülümsüyorum. İnsanların bundan bahsetmekten hoşlandıklarını, daha doğrusu bunu ilgi çekici bir konuşma mevzusu sanmalarına alışkınım.
"Evet," diyorum. "Astımım var."
"Seni oldukça zorluyor olmalı."
"Biraz." Ağzıma bir lokma atıp kendime düşünebilmek için zaman oluşturuyorum. "Stres veya sıkıntı yaptığımda oldukça. Yine de insan bir şekilde yaşamayı öğreniyor tabii."
Bu kısa ama açıklayıcı bilgiden daha fazlasını vermeyeceğimi göstermek için önümdeki tabağa yoğunlaşıyorum. Nedense bir anda hasta oluyor oluşum varlığımın bütünlüğünü bozuyor. Yarım bir kıza dönüşmüş gibi hissediyorum kendimi. Asım'ın annesine ne kadar sağlıklı olduğumu söyleyemediğim için, bir hastalığın ağırlığı altında eziliyor olduğum için saçma bir utanç duyuyorum. Mirza olsa bu kadar aptal olmamam gerektiğini, üzülmem gereken tek şeyin koca bir aptal oluşum olduğunu söylerdi.
"Anlıyorum." Nergis hanım, ağır ağır başını sallıyor. "Peki okul? Okuyor musun? Asım hiç bahsetmedi."
Asım'ın tekrar araya gireceğini anlayınca elini tutarak onu engelliyorum. Hayalimde var olan korkunç canavarlar gerçek oluyor, yine de vazgeçmiyorum.
"Bıraktım." Bakışlarımı Nergis hanımdan ayırmıyorum. "Rahatsızlığım devam etmeme izin vermedi."
Bir süre masa sessizliğe gömülüyor. Asım'ın elini bıraktığım ve artık yemediğim ama gözlerimi ayırmadığım yemekler yüzünden kimin ne yaptığı hakkında en ufak bir fikrim yok.
"Asım seni çok seviyor." dediğini duyduğumda korkularımın üstüne bir de şaşkınlık ekleniyor. Nergis hanım soğuk bir bakışla önce bana sonra oğluna bakıyor. "En azından öyle tahmin ediyorum. Senin için bir iş teklifini reddettiğini biliyor musun? Tek iş teklifini."
Bir anda bütün gökyüzü omuzlarıma düşmüş gibi koca bir ağırlık altında eziliyorum. Annesini söylediğinin gerçek olup olmadığını görebilmek için Asım'a dönüyorum, zira bütün hücrelerim bu bilgiyi kabul etmemek için çaresizce çırpınıyor.
"Ben... Biz..." Onun da en az benim kadar darmadağınık olduğunu görüyorum. En kötüsü bunu bir türlü inkâr edemiyor, bu ağırlığı omzumdan kaldıramıyor oluşu. "Önemli bir şey değil." Bunu söylerken başını hafifçe eğip neredeyse kısık bir sesle konuşuyor. O zaman aynı gökyüzünün altında ezildiğimizi fark ediyorum ama bu, şu anda hiçbir şeyi kolaylaştırmıyor.
"Bütün yaptığımız planları, yeni bir hayatı elinin tersiyle itiyor oluşun sence önemli değil mi Asım?" Nergis hanımın sert sesi o ana kadar hiç çıkmadığı kadar yüksek çıkıyor. "Ona yurt dışına yerleşmeyi düşündüğümüzden hiç bahsettin mi bari? Her şeyi, aileni ve işini onun için terk etmeyi düşündüğünden haberi var mı? Hayatına devam edemeyen bir insan için. Bir gün seni yarı yolda bırakacak biri için Asım!"
Bir anda göğüs kafesim daralarak nefes alacak hiç yer bırakmıyor. Üzerime ağır cam bir fanus kapatılıp içindeki oksijen emiliyor yahut ciğerlerimi birisi kötü bir şaka olarak hava geçirmez bir maddeyle kaplıyor. Başım dönmeye başlayınca masaya sıkıca tutunuyorum. Bir yandan da Asım'ın annesine bağırdığını duyuyorum ama ne dediğini bir türlü seçemiyorum. İçime Asım'ın annesinin kalbini kırıyor oluşunun suçluluğu yerleşiyor. Elinin tersiyle itmeye kalktığı her şeyin, bozulan bütün planların ağırlığı. Hastalığımın nasıl yarım oluşum olarak tanımlandığının acısı. Hepsi bir bir yüreğimi eziyor.
Ne yaptığımın çok da farkında olmadan ayağa kalkıyorum. Tartışan ikilinin bakışları bana dönüyor. "Ben artık izninizi istiyorum." dedikten sonra Asım'ın iç çekişini ve Nergis hanımın başını hafifçe sallayışını görüyorum. Her şey saygı çerçevesi içinde gerçekleşiyor. Nihayetinde kalbim saygı çerçevesi içinde kırılıyor.
Çantamı ve ceketimi kaptığım gibi koşarak kendimi dışarı atıyorum. Asım'ın arkamdan seslendiğini duyuyorum ama duramayacağımı biliyorum. Duramam. Asım'ın gözlerinin içine suçluluk duymadan bakamam.
Sonunda bahçeden çıkıp kaldırıma vardığımda ellerimi dizlerime dayayıp derin nefesler almaya çalışıyorum. Doğrulamıyorum zira bütün bedenim yere çökmek için amansız bir savaş veriyor. Ciğerlerim ilacımı bulmam için yalvarırcasına ağrıyor.
"Eflâl, iyi misin?"
Asım'ın endişeli sesi kulaklarıma ulaştığında doğruluyorum. Yüzüne bakamıyorum, çünkü bir anda gözyaşları içine boğulmak öyle kolay ki kendime engel olabilmenin tek yolu Asım'ın varlığını inkâr etmekten geçiyor.
"Gitmem gerek."
"Hayır, hayır. Eflâl, lütfen konuşabilir miyiz?"
Kelimeleri ardı ardına dizecek gücü kendimde bulamadığımdan başımı iki yana sallıyorum. Düşünmek istemiyorum, konuşmak istemiyorum, burada olmak istemiyorum. Mirza'nın gelmesine ihtiyacım var ama onu bu durumda arayamam. "Eve gitmek istiyorum."
"Tamam," diyor Asım, sesine uzlaşmacı bir ton ekleyerek. "Haydi seni eve bırakayım."
"Olmaz." diyerek birkaç adımla caddeye yaklaşıyorum. "Ben kendim giderim." O sırada sokağa girmiş olan bir taksiye can simidine tutunan bir insanın çaresizliğiyle el sallıyorum. Kapıyı açıp binerken Asım'ın gitmemem için, konuşmak için ve sonunda özür dilemek için uğraşan cümlelerini arkamda bırakıyorum.
Asım'ı arkamda bırakıyorum.
İçimde bir şeylerin kırıldığını, kırılan her şeyin içimi kanattığını hissederek gözlerime dolan yaşların ağırlığıyla başımı önüme eğiyorum. Yabancıların yanında ağlamanın bu kadar ayıp olması konusunu oldukça saçma bulsam da taksi şoförüyle bu anı paylaşmak istemediğime eminim. Hiç kimseyle paylaşmak istemiyorum.
İçim Asım'ı arkada bıraktığım gerçeğiyle oyuluyor. Duyduğum her şeyin, işittiğim üstü kapalı hakaretlerin ve kırılan gururumun acısıyla oyuluyor.
Ben bu boşlukları nasıl dolduracağımı bilmiyorum. Elimden gelen tek şey, kötü kokan ve arabesk çalan bir taksinin arka koltuğunda, en kötüsü Asım'dan uzakta ağlamaya devam etmek.***
Taksiyi Emel'lerin evine yönlendiriyorum. Sonunda kapıda darmadağınık bir halde arkadaşımın karşısında ağlamayı bırakmış ama koca bir boşluk içinde kalmış gibi dümdüz bir hissiyat içinde dikiliyorum.
Emel tek bir soru bile sormadan beni içeri alıyor. Evde ondan başka kimse olmadığını fark edince küçük bir rahatlama yaşıyorum. Başkalarının yanında bu halde olmak istemiyorum. Mirza'nın yanına gitmem gerek ama bu halde ona koşacak gücü kendimde bulamıyorum.
İşin aslı, korkuyorum. Söylediklerinin hepsi doğru çıktı, demeye korkuyorum.
Emel hiçbir şey söylemeden önce bana sıcacık bir bardak çay ikram ediyor. Karşıma oturduğunda ona her şeyi anlatıyorum. Asım'ın nasıl bana hiçbir şey söylemediğini, annesinin bütün bu olanlar için beni suçladığını, üstelik oğluna layık görmediğini, hayatındaki her şeyi benim için değiştirmeye karar verdiğini anlatıyorum. Bunu nasıl kaldıramayacağımdan ne Asım'a ne de annesine bunu yapamayacağımdan bahsediyorum. Kelimeler gürleyen bir şelale gibi dökülüyor ağzımdan. Bir yandan ağlıyor, bir yandan anlatıyorum.
Hayatımda daha önce hiç kimseden böyle bir muamele görmediğim gerçeğiyle yüzleşiyorum. Nergis hanım sadece beni sevmemiş değildi, beni istemiyordu. Beni istemiyor, diye binlerce kez tekrar ediyorum içimden. Sanki bin birinci defa da bu bir anlam kazanacak ya da tamamen anlamını kaybedip beni bu ağırlıktan kurtaracakmış gibi.
Anlatıyorum, ağlıyorum, Asım'ın aramalarını görmezden geliyorum. Sonunda içim bomboş kaldığında ve kelimelerim tükendiğinde Emel beni odasına götürüyor. Yorganın altına uzanıp uyumaya çalışıyorum. Kimsenin beni rahatsız etmeyeceğine dair güvence veriyor.
Uyumak istiyorum. Uyuyorum da yalnız bu sadece vücudumun kitlendiği ve beynimin bana yaptığı eziyeti bir saniye bile bırakmadığı bir kendinden geçme halinden ibaret. Dinlenmediğim, aksine daha da çok yorulduğum, uyuduğumu bile anlamadığım dakikalar geçiyor.
Telefonumun çaldığını duyuyorum. Ne var ki beynim vücudumun hareket kapasitesini sınırladığı için açamıyorum. Zaten açmak da istemiyorum. Asım'la nasıl konuşacağımı bilemiyorum. Onunla ne konuşacağımı da bilmiyorum.
Önce üzerimdeki şu yıkıntıdan kurtulmalı, yıkılan gökyüzünden geriye kalan parçaları süpürmeli ve düşüncelerimle duygularımı kabına sığacak şekilde törpülemeliyim. Bütün bunlardan önce de kırılan kalbimi ve gururumu tedavi etmeliyim. Ancak ondan sonra Asım'ın karşısına çıkacak cesareti bulabilirim kendimde gibi geliyor.
Telefon susuyor. Bunun en az sürekli çalıyor oluşu kadar incitici olduğunu düşünüyorum. Sıkıntılı uykuma geri dalıyorum. Uyuyorum ama zihnimi buna ikna edemiyorum sanki.
Kapının açıldığını duyuyorum. Gözlerimi araladığımda Mirza'nın endişeli surat ifadesini görüyorum. Bunun bir rüya olduğunu sanıyorum ama yatağın kenarına oturduğunda ağırlığını hissediyorum. Tanıdık kokusunu duyuyorum. Bütün bunlar doğrulmama yetiyor. Daha fazla bu yalancı ve yıpratıcı uykuya devam edemeyeceğim.
Birkaç saniye gözlerimin içine bakıyor. Kaşları üzüntüyle çatılmış durumda. Ağzını açıp bir şey demiyor. Ben de demiyorum, öylece duruyoruz. Konuşmaya gerek olmadan anlaşıyoruz, ikiz hissiyatı.
Sonunda dayanamayıp ona doğru uzanıyorum. Kollarını açıp beni göğsüne bastırıyor. Bunu yapıyor oluşu daha çok canımı acıtıyor çünkü Asım'ın beni göğsüne bastırdığı zamanları düşünmeme sebep oluyor. Mirza'nın yanımda oluşunun verdiği güvenlik duygusu bütün yaralarımın üstünü iyileştirici bir merhem gibi örtüyor.
Gözyaşlarıma engel olamıyorum. Neredeyse hıçkırır gibi "Mirza." diyorum. Anlatmak istiyorum, canımın nasıl yandığından bahsetmek istiyorum ama tek yapabildiğim ağlamaya devam etmek.
Mirza konuşmama gerek olmadığını göstermek için daha da sıkı sarılıyor bana. "Geçti." diyor. "Hepsi geçti."****
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Şarkı
RomanceASIM KARASOY Arabanın diğer ucunda oturan kız, yağmurun altında benimle o garip bakışmayı paylaşan kızla aynı kişi. Aynı keskin yüz hatları, neredeyse huysuzluk olarak tanımlanabilecek bir ifadeyi süsleyen hafifçe pembeye boyalı kalın dudaklar, bu m...