BÖLÜM 26

2.7K 149 72
                                    

Aşağıda tıbbi malzemelerin bulunduğu küçük sandığı onların bulunduğu odaya taşımıştım. Ben onlarla ilgilenirken Muhammed büyüyü tersine çevirmek için uğraşıyordu. Kendimi çok işe yaramaz hissediyordum, Muhammed'in yanında olup ona yardım etmem gerekiyordu ancak Onur ile Samet'i öylece bırakıp gidemezdim. 

Bir yandan kanı durdurmak için sürekli pansumanlarını değiştirirken diğer yandan hol de ki odun ocağında büyüye karşı direnç sağlayan bitkileri kaynatıyordum. Onları arkadaşlarıma içirdikten sonra güçlerini arttırabilirdim, şu an ocağın başındaydım, bitkilerin kaynama aşamasında aralıklar ile karıştırılması gerekiyordu. Etrafa pekde hoş olmayan bir koku yayıyorlardı. Hızlıca bir tur karşırtırdıktan sonra  koşarak odaya döndüp arkadaşlarımı kontrol ettim . Onur giderek iyileşirken Samet hâlâ büyünün tesirine karşı büyük bir mücadele veriyordu.

Ard arda güçlü büyülere mağruz kaldığı için bünyesi çok zayıftı. Samet'in yanına gittiğimde daha yirmi dakika öncesinde yaptığım pansumanın tamamen kırmızıya bulandığını gördüm. Yanımda duran sandıktan bir parça gazlı bez alıp keserek ikiye böldüm ve iki parçayı da katlayarak hazır hale getirdim. Burnundan bandajı çıkardığımda kanın eskiye oranla yavaşladığını gördüm. Tamamen kesilmemişti ancak artık eskisi gibi dolu dolu gelmiyordu. Sandıktan aldığım pamuk parçasına biraz dezanfektan damlatarak akan kanı tekrar temizleyip pansuman için hazırladığım gazlı bezleri burnuna yerleştirdim.

Kalkıp Onur'un yanına gittiğimde onun pansumanının hala idare eder durumda olduğunu gördüm, kanaması neredeyse tamamen durmuştu. İyiye gidiyor olmaları beni bir nebze de olsa rahatlatıyordu. Adımlarımı tekrar hole yöneltip bitkilerin kaynamakta olduğu ocağa gittim. Neredeyse hazırdı şimdi biraz dinlenmesi gerekiyordu, elime bir kap aldım ve hemen yan duvara monte edilmiş çeşmeden içine biraz su doldurdum. Ocakta yanan odunların üstüne elimle su serperek yavaşça onları söndürdükten sonra dışı is kaplı küçük kulpsuz kazanın kapağını üzerine kapattım.

Bu karışımın son basamağıydı şimdi oturup beklemem gerekiyordu. Orada oturup öylece beklerken aklımı meşgul etmesi için intikam planları kuruyordum, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmeliydim yoksa çok kolay kaybedecektim. Mehmet ve Tahsin'in ortadan kayboluşunun ardında da eminim o vardı düşüncesizce yapacağım bir hamle onlar için çok kötü sonuçlar doğurabilirdi.

Yaşananlar gösteriyor ki Selin vefkten kurtulmuş, aksi takdirde bu kadar kordine çalışması neredeyse imkansız. Eğer yalnış düşünmüyorsam Asaf'ı da bir şekilde tekrar sahaya sürmüş çünkü bize fark ettirmeden yanımızda bulunabilecek ve Fatıma ile aşık atabilecek tek müttefiki oydu.

Asıl soru bu büyüyü eve nasıl yerleştirdiğiydi, İzmir'den burayı bu kadar iyi kordine etmesi neredeyse imkansızdı. Karşımızdakiler ifrit de olse onların da sınırları vardı, sadece dokunmamla beni yere serecek kadar kuvetli bir büyüyü cinler kendileri yerleştiremezdi onların da kuralları vardı.

Geriye kalan seçenekler sınırlıydı içimizden biri yardım etmiş olamaz çünkü ikisi büyünün pençesinde kıvranıyor diğer ikisi ise kayıp eğer kayıp kişi onur olsa şüphelenebilirdim ancak söz konusu Tahsin ve Mehmet olunca bu ithimal çöpe gidiyordu. Tahsin bizi satmak yerine canını vermeyi tercih eder Mehmet ise cinlerle işbirliği yapmak bir yana dursun kendi gölgesinden korkar.

Bir şekilde köylülerden birini ayarlaması ihtimali de zayıf çünkü azem çok güçlü bir büyü onu sıradan bir insanın üzerinde rahatça taşıması olanaksız. Diyelim ki taşıyabilecek birini buldu köylüler gerekmedikçe buraya yaklaşmaktan bile korkarlar çünkü Muhammed'in ne iş ile uğraştığını biliyorlar. Bir yabancının sözüne uyup başlarına bir şey gelmesini göze almazlar. Duruma bakılırsa aklıma gelen bir tek mantıklı cevap vardı o da Selin'in bizzat teşrif ettiğiydi. Umarım doğru düşünüyorum dur da o cadı ayağıma gelerek işimi kolaylaştırmıştır.

Tahsin

En son hatırladığım ormanda sürüklenirken attığım çığlıklarken, şimdi gözlerimi açtığımda karanlık bir mekanda buldum kendimi. Etrafımda neler olduğunu tam olarak kestiremiyordum yok denilebilecek kadar az ışık vardı. Ellerim arkamdan bağlı yüz üstü yatıyordum, ayaklarımı da bağlamışlardı hepsi o lanet kızılın işi olmalı, kim bilir hangi cehennemdeyim! ağzımda bant olduğunu tahmin ettiğim bir şey vardı bu yüzden ses de çıkaramıyordum.

Bağırmaya çalıştığımda sadece anlamsız homurtular çıkıyordu. Her ne kadar etrafı göremesem de bura da yalnız olmadığımı hissediyordum. Etrafımda ormanın uğursuz sesleri duyulabiliyordu ama üzerinde durduğum yüzey kesinlikle insan yapımı bir ahşaptı. Cilanın, tahtanın ve tozun kokusu burnuma doluyordu. Her hareketimde gıcırdayan zemin beni doğruluyordu. Hemen yan yarafımdan bir gıcırtı daha duyuldu, biliyordum yalnız değilim! Gıcırtıların ardından ağlamaklı homurtu sesleri yükseldi. Allahım!

Korkudan gözlerim doluyordu ancak ağlamayacaktım! Onu eğlendirmeyeceğim, sadece Ahmet'i beklemeliydim beni geride bırakmayacağından emindim mutlaka benim için gelecekti. Bulunduğum yer gürültülü bir kapı sesi ile biraz olsun aydınlandı, açılan kapıda ay ışığını arkasına almış bir silüet dikiliyordu şu an ki perspektifimden onu kim olduğunu göremiyordum ancak içeri vuran zayıf ay ışığı yan tarafımdan gelen seslerin kaynağını görmeme yardımcı olmuştu.

Bu Mehet'ti kapı tarafında tam karşımdaydı koyu kahve gözleri ağladığı için ıslaktı ve kızarmıştı. O da tıpkı benim gibi bağlanıp ağzı bantlanmıştı. Gelen kişi kapıyı kapattığında her şey tekrar karanlığa gömülmüştü, gıcırdayan ahşap zeminde bana yaklaşan adımları ve derin nefes seslerini duyabiliyordum. Hiç acele etmeden yavaş yavaş üstümüze geliyordu.

Selin

Ormanın içinde ki küçük tatlı kulubeme en nihayetinde varmıştım, az kalsın yakayı ele verecektim ormana doğru koşarken uzaktan eve yaklaşan iki kişiyi görmüştüm tahminimce onlar Ahmet ve hüddam arkadaşıydı. Karşısına çıkmak için sabırsızlanıyor olsam da bu şekilde olmasını istemezdim.

İlk başta tek amacım haritaya ulaşmak için anlaşmanın gereğini yerine getirmekti ancak artık olay kişiselleşmişti. Karşım da ki saygı değer, küçümsenemeyecek bir rakipti. Geçen sefer ki gibi basit bir kibrin kurbanı olmayacaktım.
Her şey hazır dı artık son oyun oynanacaktı, bakalım kader kimden yana saf tutacaktı bu savaşta. Neyse bu kadar çalışkan olmak beni yoruyordu şimdi biraz stres atma zamanıydı. Her yanı böceklerle çevrili eski kulubenin kapısını sertçe iterek açtım ikisi de ait oldukları yerdeydiler, ayaklarımın altı. Ah resmen havada ki korkunun kokusunu alabiliyordum, biraz durup bunun tadını çıkarırken aklımdan onlara birazdan attıracağım korku dolu çığlıklar geçiyordu.

Yavaş adımlar ile onlara ilerlemeye başladım, benim her adımım ile yükselen ağlamaklı iniltileri bu güne kadar duyguğum en iyi müzik gibi geliyordu. İlk olarak sarışın olanın yanına gidip ağzında ki bandı hızlıca söktüm. Canı yandığı için boğuk bir inilti süzüldü ağzından. Sıra diğerine gelmişti, bu daha yüzüne dokunduğum anda deli gibi çırpınmaya başlamıştı. Sürekli panik halinde olan bir tipdi anlaşılan, en sevdiğimden!

İşaret parmağımı bir süre yüzünde gezdirip zavallı kurtulma çabalarının tadını çıkardıktan sonra onun da ağzında ki bandı çıkardım. "Bırak beni! Sen kimsin! Ne istiyorsun!" Arkadaşın bayağı sağlam ses telleri varmış anlaşılan bu kadar gür bağırabildiğine göre. Her neyse istediği kadar bağırmakta özgürdü burada onu kimse duyamazdı! " Mehmet! Sakin ol, ben de buradayım, sadece biraz dayanmamız gerek kurtulacağız!" " Tahsin!" " Evet benim merak etme her şey düzelecek!" Bu sevimli konuşmalar beni güldürüyordu. " Evet Mehmet arkadaşın haklı her şey düzelecek, acılar içinde öldüğünüzde!" Onun kulağına yaklaşıp fısıldamıştım. " Sen kimsin!" Mehmet bu sefer daha da gür bir ses ile bağırarak konuşmuştu. " Kâbusunuz!"


YN: Geçen hafta ki anket in devamı olarak şunu sormak istiyorum. Eğer "Davet" karakterlerinden birine bir şey sorma hakkınız olsaydı kime sormak isterdiniz ve  sorunuz ne olurdu? Anketimize katılmanızı önemle rica ediyorum :)))




DAVET2: Ateşten Gelenler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin