BÖLÜM 46

2K 169 37
                                    

Ahmet

Tahsin öfkesini kusarken gözlerinde arkadaşlığın nidası yükseliyordu. Düşündüğünün aksine beni haklı çıkaracak bir sebep arıyordu serzenişinde. Onları yalnız bırakmak beni gerçekten yıpratmıştı ölüm tezgahının ardından onları hep uzaktan izledim, buna mecburdum. Yanlarına gidip aramızdan ayrılan arkadaşımızın yasını paylaşmak istedim omuzlarına elimi koyup " Hep birlikte tekrar ve tekrar ayağa kalkacağız, sözümü tutuyorum hâlâ yanınızdayım!" demek istedim.

Ancak öğrenimini gördüğüm ilimler onların yanında gerçekleştirilemeyecek kadar tehlikeliydi. Güçsüzlüğüm yüzünden iki kişi kaybetmiştim. Hafsa beni korumak için kendini feda ederken tek yapabildiğim yaşlı gözler ile yok oluşunu izlemekti. Mehmet, elimi uzatabilsem tutup çekecektim onu, ancak yine güçsüzdüm, kibrime kapılıp olduğumdan büyük gördüm kendimi. Başa çıkarım sandım azmin zaferi engellenemezdi, kararlılığın sonu elbet galibiyetti!

Kaçırdığım nokta ise hayatlarımız üzerine oynadığım kumarda eli bildiğimi sanmama rağmen sonuna kadar şans ile gelmiş olmamdı. Cehaletim eğer bir kişiye daha mâl olsaydı....

Beni haklı çıkarmayacağını bilsem de ona her şeyi anlatmak istiyordum. Tam gerçekleri yaşlı gözler ile açıkşama bekleyen arkadaşımın önüne serecekken bize yaklaşan sesler duydum epey kalabalıklardı. Esen soğuk çöl rüzgârlarının gerginliğini hissettim bu kesinlikle bela demekti! Sesler iyice yaklaşırken küçük kum tepeciğinin ardından yaklaşan silüetleri gördüm. Bunlar çöl cinleri olmalıydı çölde konaklayan insanlara uğrayıp eşyalarını yağmalarlardı, ama bunu insanlar uykudayken yaptıklarını sanıyordum.

Uyanık olduğumuzu bilmelerine rağmem tam üstümüze geliyor olmaları pek hayra alamet değildi! Onlar yaklaştıkça kuvvetlenen rüzgarlar yaktığımız ateşi söndürmüştü. Develer ürktükleri için hareketlenmeye ve bağırmaya başladılar. Hemen ayağa  fırlayıp Tahsini kolundan yakaladım onu hâlâ ayılamamış olan Onur ve Samet'in yanına getirip etraflarına tılsımlı bir çember çizdim. Ben dışarıda kaldım eğer işler ciddileşirse birinin oları tutması gerekiyordu sonuçta. Arkalarında büyük bir gurup beklerken İçlerinden üç tanesi öne çıktı. "Yolumuz yolunuzdan uzak, geçip gitmekte olan seyyahlarız yalnız! Bizden uzak olun sizden uzak gidelim!" Bu sefer şams oyunu yoktu karşılaşabileceklerinizi en ince ayrıntısına kadar hesaplayıp önlemlerimi aşmıştım.

Kalabalık sayılabilecek bu cin topluluğunu savuşturmak için yeterli donanıma sahiptim. Onlardan hiç cevap gelmeyince devam ettim. " Geçip gidecekseniz sizinle bir derdim yok! Olaki kalmaya karar verirseniz benden çok sizin canınız yanar !"

Ben tüm ciddiyetim ile kendimi savunmaya hazırlanırken öne çıkanlardan ikisi katıla katıla gülmeye başladı. Olanlara anlam veremiyordum, çöl cinleri amansız ve katıydılar, en azından okuduğum kaynaklar böyle söylüyordu. Şimdiyse önümdekiler öylece gülmeye başlamışlardı. Belki de beni küçük görüyorlardı.

Hamle yapmadan önce olayı çözmem gerekiyordu. " Hele sakin olasın oğul bu ne hiddet." Yavaşlayan kahkahaların izini taşıyan ses tonu ile Muhammed konuştuğunda bir an afalladım. " N-neler oluyor!" Kimde bana çöl cinleri ile beraber çalışacağımızdan bahsetmemişti! Bunca gerilim boşamıydı yani! " Mağaraya yaklaştık oğul, vaziyet çetin! ( Yanında duran kendisine nazaran daha kıssa cini işaret ederek.) Bu çöl cinlerinin reislerinden Arus! Buralar onların meskenidir avuçlarının içi gibi bilirler. Kendisi ile ahbaplığımız eskiye dayanır hatır için yardıma razı oldu!"

Arus göze pek tekin görünmüyordu belki ön yargıdan  ama onun hakkında ters bir şeyler olduğunu hissediyordum. Hiç bir şey söylemeden çylece durup beni baştan ayağa iyice süzmüştü. Yine de sesimi çıkarmadım Muhammed ona baş vurduysa vardır bir bildiği. Cin keskin bakışlarını üzerimden ayırmayarak öne çıkıp selam verdi ve fazla beklemeden lafa girdi.

" Biliyorsunuz zaten lakin hatırlatmakta fayda var eğer düşmanınız bahsettiğimiz kadar ilim sahibiyse meleklerden büyü öğrenmesi felaketiniz olacaktır! Eski dostumun rızası için yardım etmeyi kabul ettim ancak yardımımızın bir anlamı olması için mağaraya girmeden önce durdurmamız gerekmektedir! Sonrasında bizde bir şey yapamayız!"

Epey karamsar konuşmasının yanı sıra zaten bildiklerimizin dışında bir şey söylememişti! Bunun niyeti cidden yardım etmekmiydi! " Niyetimiz bellidir topraktan gelme! " Cinlerin bu yeteneklerinden nefret ediyordum özel alan diye bir şey kalmadı! " Madem niyetin bellidir neticesini duyalım ateşten olma!" Onu kızdırdığımı hızlanan hırıltılı soluk seslerinden anlayabiliyordum. Zaten sert esen rüzgârlar iyice hızlanırken bende elimi pantolunumun cebine götürüp hazırladığım vefklerden birini sıkıca kavradım.

Kendisinden zaten hoşlanmamıştım kavga istiyorsa geri durmayacaktım! " Rica minnet bir yere kadar sabrımı taşırmayasın! Gücünün büyük olduğunu görebiliyorum lakin seni ellerimden kurtarmaya yetmez. Ayağını denk al hele!" O bana doğru ilerlemeye başlarken ben duruşumu dikleştirip vefki yavaşça yukarı çekmeye başlamıştım ki Muhammed aramızda belirdi!

" Yeter! Anlamsız sürtüşmenizin kıvılcımları alev alırsa iki tarafta mutlu olmaz! ( Arus'a dönerek.) Düşman ortaktır, bizi bertaraf ederse sanma ki sen huzurlu kalacaksın. Bu cadının ve bağlı olduğu kabilenin hırsı engin denizler gibidir! Beraber çalışmazssak beraber boğulacağız!"



YN: Yeni müttefiklerimiz hakkonda ne düşünüyorsunuz. Sizce onlara güvenmelilermi? Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi mutlaka belirtiniz:)) Oy ve yorumlarınız için şimdiden teşekkürler.🤗🤗



DAVET2: Ateşten Gelenler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin