IV/artemis'in oku

4.7K 572 162
                                    

"Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,
Ya dünyamıza inecek ölüm."

*

"Yani sen bana kafeyi dört bölüme ayırdığını ve hepsine de ayrı birer isim koyduğunu söylüyorsun, öyle mi?" Gülümsemesi büyürken arkasını döndü ve bedeni sağa doğru kıvrılırken yürümeye devam etti.

"Çabuk kavradın. Genelde anlatmak için daha çok cümle kurarım ve bu kadar uğraşın sonunda insanlar bunun çok saçma olduğunu düşünür." Az önceki koridorun girişine benzer bir yerden çıktık ve bambaşka bir yere adım attık. Burası oturduğum yere, yani Ay Işığı Sonatı'na hiç benzemiyordu. Sanki farklı bir yerde farklı bir kafeye girmiş gibiydim.

"Bakalım sen de öyle düşünecek misin, Daeyang." Adıma vurgu yaparak yine benden önce davrandı ve geniş alana doğru iki adım attı, onu takip ettim.

İçerisi bariz derecede sıcaktı. Dışarısı gibi bunaltıcı değildi, içimi sarmalayan, hoşuma giden bir sıcaklıktı bu. İnce kumaş gömleğimden içeri sızan bu sakin sıcak hava huzmelerine karşılık kollarımı sıvazladım ve etrafa baktım. Dikkatimi ilk olarak karşımda duran duvarın bir ucundan diğer ucuna uzanan pencere çekti. Pencereden ayrı fakat yine bir uçtan diğer uca uzanan koyu kahve ince tezgah, tezgahın altına yerleştirilen aynı malzemeden bar tabureleri, kimisi dolu olan taburelerde oturan insanların içtiklerinden yükselen sıcak buharı inceledim. Tezgahın bittiği iki uçta küçük, bodur iki çam ağacı vardı ve süslenmişlerdi. Kafamı sağa çevirdim ve sipariş vermek için ayakta bekleyen insanları, yaslandıkları başka bir tezgahı ve kasayı gördüm. Sipariş alan, kahve hazırlayan çalışanların arkasında altı cam raf ve hepsinin üzerinde çeşit çeşit şaraplar bulunuyordu. Cam rafların altında kalan koyu yeşil ahşap dolaplara kahveler, süt tozları, süt şişeleri, karamel, çikolata gibi öz dolu sıkma kaplar yerleştirilmişti. Burası Ay Işığı Sonatı'na tezat bir şekilde self-servis çalışıyordu. Kafamı bu sefer tam tersi tarafa sola çevirdim ve buhar yapmış küçük ve sık pencerelerin ilerisinde duran eski bisikletleri gördüm. Kırmızı, mavi, yeşil ve tekrar kırmızı gövdeli bisikletlere neredeyse yaslanmış olan büyük bir çam ağacı gördüm bu sefer. Üzeri beyaz karla kaplıydı bu karın yapay kar olmasından emin olduğum halde yine de kendimi kış mevsimindeymiş gibi hissetmekten alıkoyamadım.

Son olarak kafenin son köşesi olan basamaklı alana baktım. Tavandan sarkan eski tip lambalara neredeyse kafası değecek olan insanları gördüm. Ortaya yerleştirilmiş bankta grup halinde oturuyor ve sohbet ediyorlardı. Arkalarındaki duvara sabitlenmiş olan çam rengi raflarda renkli vazolar, paket kahveler ve iki tane eski radyo bulunuyordu. Rafların tam karşısında bulunan duvarda kocaman bir tablo vardı. Belirli yıldız kümelerini gösteren siyah ağırlıklı bir tabloydu bu. Henüz incelemeyi bitirmemiştim ki omzumun üzerinde hissettiğim nefesle irkildim ve transtan çıkmışcasına gözlerimi kırpıştırdım.

"Nasıl buldun?" Derin ama titrek bir nefes aldım.

"Muazzam." Karşımda dikildi ve tüm o manzarayı kapadı.

"Gerçekten mi?" Kaşları hafifçe aralanmıştı.

"Evet, arada yalnızca bir koridor var fakat nasıl birbirlerinden bu kadar farklı görünebilirler? İçerideki insanlar bile değişti sanki. Buradan bakınca az önce geldiğimiz yere göre insanların daha mutlu olduğunu, gülümsemelerinin bile bana bir kış akşamındaki yüzüme vuran sıcaklık kadar samimi olduğunu söyleyebilirim." Henüz adını bilmediğim bu adam, gülümsedi. Hem de öyle bir gülümsedi ki az önce samimi olduğunu söylediğim tüm o gülümsemeler birer birer yere düştü, ince birer cam gibi kırıldı ve yok oldu. Kısılan gözlerine baktıkça dört mevsim hep baharmış gibi hissetmiştim. Tatlı bir esinti, ihtiyacım olan sıcaklık... Hepsi şu an buradaydı sanki.

elysian ¦ jeon jungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin