XIX/misafiriniz var

3.4K 315 151
                                    

"Her gün sen baktıktan sonra,
Bu kadar güzel,
Bu gökyüzü."

*

"8 Ağustos

Kaçınılmaz yazgıya boyun eğmemizi isteyen insanları katlanılmaz bulduğumu söylerken, kesinlikle seni kastetmedim sevgili Wilhelm, bunu bilmelisin. Senin benzer düşüncelere sahip olabileceğini gerçekten düşünmedim. Aslında sen haklısın. Ama bir şeyi belirtmek gerek dostum! Hayatta "ya öyle, ya böyle" ile nadiren yol alınıyor; duygularla davranış biçimleri, kemerli burunla yassı burun arasında var olanlar kadar çeşitli.

Hem senin bütün gerekçelerine hak verip, hem de "ya öyle, ya böyle" arasında kaçamak bir yol ararsam bana kızmamalısın.

Lotte'yle ilgili bir ümidim var mı ya da yok mu diye soruyorsun. Güzel, birinci durum söz konusuysa, ümidini kesme, arzularının gerçekleşmesine çalış: İkinci durum söz konusuysa toparlan ve tüm gücünü tüketen bu sefil duygudan kurtulmayı dene diyorsun. - Dostum! Söylemek kolay, gerçekleştirmek zor.

Sinsi bir hastalığın önlenemez şekilde her geçen gün ölüme yaklaştırdığı bahtsız birinden, hançerle işkencesine bir anda son vermesini isteyebilir misin? Gücünü tüketen hastalık, aynı zamanda ondan kurtulma cesaretinden de yoksun bırakmaz mı?

Gerçi benzer bir örnekle bana yanıt verebilirsin: Kararsızlık ve duraksama yüzünden hayatını tehlikeye atmaktansa, bir kolunu kaybetmeyi yeğlemeyecek biri var mıdır? - Bilmiyorum! - neyse örneklerle kafamızı yormayalım. Kısacası - Evet, Wilhelm, bazen bir anlığına beni yerimden sıçratıp kendime getiren bir cesarete kapılıyorum, o an - nereye gideceğimi bilsem, koşa koşa gideceğim."

Derin bir nefes alarak kırk ve kırk birinci sayfa arasına işaret parmağımı koydum ve kitabı kapatarak önümdeki masaya doğru uzandım. Henüz kitabın başında sayılırdım fakat şimdiden içimi kaplayan o derin kederden kurtulamıyordum. Kitabın sonu barizdi, işte böyle bitecek diye bağırıyordu elbette. Yine de okuyordum, bu kitabın büyüsü de bu olmalıydı; ucu bucağı olmayan bir acıyı hissedeceğini bilmene rağmen okuyordum.

Masanın üzerindeki buzlu kahveme uzanıp pipeti yardımıyla büyük bir yudum içerken kısa bir an da olsa vücudumu serinlik kapladı. Burayı çok sevmiştim, içerisi kadar lüks görünmüyordu fakat yine de ilgi çekiciydi. Sabahın erken saatlerinde kimsenin olmayışı ve tüm terasa sahip olmuş gibi hissetmek paha biçilemezdi.

Jungkook'un düşünmemek üzerine yemin ettiğim o sözlerini, uykularım kaçıncaya kadar düşünüp yeminimi bozarak geçirdiğim iki gün beni zihnen epey yormuştu. O geceyi birlikte geçirip sabahına bir bahane uydurarak evinden tüydüğümde bana kalmak için ısrarcı davranmamıştı. Pekala, bahanelerim aslında birer haklı gerekçeydi fakat yine de onun gözünde basit birer kaçma planı gibi gözüktüğünden adım kadar emindim. Kıyafetim yoktu, acilen duş almam gerekiyordu ve telefonumun şarjı yanımda değildi. Tüm bu her biri haklı gerekçenin yanında bir de yağmurdan kaçtıkça doluya tutulduğum amansız düşüncelerim vardı ve o, gözlerime acısını daha yeni yeni kusan ateşi çıkmış küçük bir çocuğun parlak gözleriyle baktıkça her şey daha da tetikleniyordu. Yoruluyordum, yoruluyor ve onu da yoruyordum. Bu yüzden kendimi eve atar atmaz aklanıp paklanmış ve kendimi yatağıma atarak akşama kadar çıkmamıştım. İşte burası da tam olarak yeminimi bozduğum yerdi.

Çok karışıktı, karışık ve çözümlenmesi vakit alan bir süreç. Ayrıntılarına ihtiyaç duymayacağım kadar büyük bir hüzün, duymak istemediğim kadar fazla sır ve anlamak için çaba göstermeyeceğim kadar çok çıkmaz vardı. Elbette buna şaşırmamıştım, o Jungkook'tu. Gözlerindeki kafese düştüğüm ilk andan itibaren varlığımı avuçlarının arasına alıp sıkıca sarandı. Aksini bekleyemezdim. Onun gibi bakışları sancılara gebe bir adamın basit bir hayatı olduğunu düşünemezdim.

elysian ¦ jeon jungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin