VII/onun yanağı ve benim omzum

4.3K 473 257
                                    

Acının şiddetli oluşu değil, sürekli oluşu yoruyor bizi.

*

Çantamı astığım boynumdan çıkararak masanın üzerine koydum. Saat on ikiye çeyrek vardı. Neden bu kadar erken geldiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu ve gerginlikten yeni törpülediğim tırnaklarımı bile koparabilirdim. Dün hakkında birkaç şey aklıma dolarken gözlerimi kırpıştırarak aldığı hasarlardan dolayı yüzeyi hırpalanmış masaya baktım. Her zaman oturduğum masadan uzak kalmıştım bugün. Oraya oturmak için yeterince cesur hissetmiyordum, hayır Hoseok'u oraya bulaştıracak kadar iyi düşüncelere sahip değildim.

Garson geldi, Jihoon yine ortalarda görünmüyordu. Menüyü uzatacaktı fakat ondan sadece bir bardak soğuk su istedim. İçim cayır cayır yanıyor, avuçlarım terliyor, giydiğim dar pantolonun düğmesi her an patlayacakmış gibi hissediyordum. Kafeye ilk geldiğim zaman oturduğum ilk masadaydım yine. Arkamı döndüm ve benim için orada bekleyen her zamanki köşemi gördüm. Neden buluşmak için burayı seçmiştim, neden bir türlü buradan kopamıyordum? Dahası dün Jungkook'a hiçbir şey söylemeden çantamı alıp öylece gitmekte neyin nesiydi? Bana bakan şaşkın gözlerini ve anlamaya çalışan ifadesini gözümün önünden silemiyordum. Jungkook ile normal geçen tek bir konuşmamız bile olmamıştı ve eğer ben bu kafeye gelmeye devam edersem bu nereye kadar gidecekti, merak konusuydu.

Garson geldi, ince uzun bardaktaki buzlu suyu altında peçetesiyle önüme koydu, teşekkür ederek gidişini izledim. Ardından kafenin çanı titrek bir sesle kafeyi doldurdu. Kafamı kaldırdığımda onu görmeyi bu kadar ani bir şekilde beklemiyordum. Hızlı bir şekilde kafenin içine girdi, kapı arkasından çarparak kapandı. Nefesimi tuttum, önümdeki masaya tırnaklarımı çoktan geçirmiş bir vaziyetteydim. Etrafına bakındı, keskin gözleriyle her yeri taradı. O esnada ona dikkat kesildim. Daha yapılı ve asi görünmesinin dışında değişen hiçbir şey yoktu. Siyah dar pantolonu, pantolonun içine soktuğu açık gri kırışmış tişörtü, üniversitede bile vazgeçemediği o deri ceketlerinden biri, beyaz büyük ve ağır olduğunu tahmin ettiğim spor ayakkabıları... Biraz daha ayrıntıya indim. Sol elinde orta parmağındaki siyah taşlı yüzüğü, sağ kulağında sallanan ve kıkırdağına kadar uzayan gümüş rengi küpesi, siyah saçlarını doğal haline bıraktığından bukle bukle alnına düşmesi ve o saçların altına gizlenen sert, duygusuz ve pervasız gözlerini görecek kadar...

Kafasını çevirdi, tam da bulunduğum alana baktı. Çok değil, belki iki saniye içinde beni gördü. Dudakları silik, benim açımdan korkutucu olarak tanımlanan bir gülümseme ile büküldü. Onu korkutucu yapan gerçekten gülümsemesi değildi, altında yatan anlamları bildiğim içindi. Bu yüzden tuttuğum nefesimi titrek bir şekilde verdim ve ciğerlerimi acıtacak kadar derin bir nefes aldım. Yürümeye başladı. Sık ve hızlı adımlar... Üç, iki, bir ve karşımda...

"Daha düzgün bir kafe bulmanı yeğlerdim." Karşımdaki sandalyeyi gıcırdatarak çekti, oturdu ve tekrardan gıcırdatarak itti. Kollarını masaya yaslamadan önce ceketini çıkardı. Bu sıcak havada neden ceket giydiğini sorgulamak sırası değildi ama yine de düşünmeden edemedim.

"Her neyse, bununla da idare ederiz." Kafasını kaldırdı ve yanımızdaki duvarda asılı olan çiçeklere yüzünü buruşturarak baktı. Ben ise bu esnada sessiz kaldım. Ona kalsa benimle bir pubda ya da daha onun tarzına yakın bir yerde buluşmak isteyeceğini biliyordum. Onun seçeceği herhangi bir yer güvenli olmazdı, ama burası hiç değilse güvenliydi. Gözlerim bir an için Jungkook'u aradı fakat onu etrafta göremedim.

"Neresi olursa olsun, sen seç diyen sendin." Gözlerimi kısıp sessizliğimi bozdum. Yine de ifadesizdim, kendimi koruma içgüdüm böyle harekete geçmişti. Eğildi, yüzümü yakından inceledi. Tenimin üzerindeki dikkatli bakışlarıyla birlikte rahatsızca kıpırdandım.

elysian ¦ jeon jungkookWhere stories live. Discover now