i will miss you

2.2K 241 116
                                    

İki adam da genç kadının başından bir saniye bile ayrılmamış, uyanmasını beklemişlerdi. Genç kadın sanki hiçbir şey yaşamamış, sanki hiç ölmemiş gibi yüzündeki huzurlu ifadeyle sakince uyuyordu. Onun aksine diğer ikisi tamamen gergin ve endişelilerdi. Mavi gözlü adam küçük odanın için saatlerdir volta atıyordu, ayağının değmediği tek bir nokta kalmamıştı. Çekik gözlü adam ise sandalyede oturmuş kadının gözlerini açmasını beklerken çoktan aşık olmaya başlamış can dostunun etrafta dolanmasını izliyordu.

Eşsiz güzelliğiyle herkesi büyüleyebilecek genç kadın ise uykusuna devam ediyordu. Sıradan bir uyku değildi tabi bu, kendini keşfettiği bir uykuydu. Kendisini kaçıran adamın işkencesi zihnini uyarmıştı ve şu an neredeyse tamamen unuttuğu şeyleri tekrar hatırlıyordu. Üç yaşında mor çorabını kaybetmesi gibi. Veya varlığından haberi bile olmadığı babasının evi terk ettiği anı... En önemlisi ise neredeyse ölmek üzere olduğu anda Ruh Taşı'nın kendisini kurtarmasını. Işığı hatırlıyordu, gücü hatırlıyordu, tekrar hayata dönmenin nasıl bir his olduğunu hatırlıyordu. Toza bulanmış anılar tek tek canlanırken genç kadın bunların hepsinin bir rüya olduğunu düşünüyordu.

"Seni seviyorum, Liz. Ve seninle gurur duyuyorum."

"Dur, koşma! Düşeceksin."

"Hadi ama utandın mı cidden?"

"Başaracağını biliyorum."

"Gelecekte çok önemli bili olacağını görebiliyorum."

"Bizi kurtaracaksın."

"O kadar hızlı yersen, boğulursun."

"Elizabeth!"

"Üzgününüm, seni bırakmaz istemezdim ama gitmek zorundayım. Daha fazla ona katlanamıyorum, özür dilerim kızım."

"Hemen geri döneceğim, tamam mı Liz?"

"Annesi mi ölmüş? Ah, ne kadar üzücü. Küçücük bir çocuk."

"Yeni ailene merhaba de."

"Dondurma!"

Hayatından gelip geçen tüm kişiler, tüm anılar şu an karşısındaydı. Hızlandırılmış bir film gibi gelip geçen bu görüntüler kafasını karıştırmıştı. Her şeyi yeniden yaşıyor gibi hissediyordu. Annesi, babası, arkadaşı, ilk aşkı, yetimhane müdürü, yeni ailesi, tanımadığı insanlar... Hepsinin söylediği şeyler birbirine karışmıştı ve Liz daha fazla bunu kaldıramayacağını hissediyordu. Tüm bu duygu selinde boğulduğunu hissederken eli boğazına gitti. Nefes alamıyordu. Geri dönmek istiyordu, bu rüyadan kurtulmak.

Genç kadının zihninde olan şeylere bedeni tepkisiz kalmamıştı. Nefes alamadığını belirten sesler iki adamın da dikkatini çekti.

"Liz! Ne oluyor? Tanrım, Wong ne oluyor!"

Stephen yanına koşmuş ve onu tutmuştu.

"Mordo onun zihnine fazla yüklenmiş olmalı, bünyesi bunu kaldıracak kadar güçlü değil. Bir çeşit şok yaşıyor. Bilinçaltında boğuluyor. Onu uyandırmamız lazım yoksa beyin hücreleri iflas edecek ve onu kaybederiz."

"Ne? Bu... ne yapacağız? Nasıl uyandıracağız?"

"Bilmiyorum Strange!"

"Liz, Liz uyan lütfen." Kolları arasındaki narin bedeni sarsarken gözlerini açması için varlığından bile şüphe duymaya başladığı Tanrı'ya dualar ediyordu.

"Bunu yaptığım için beni öldürecek." Derin bir nefes aldı ve kadının yanağına biraz sertçe bir tokat attı. Darbenin etkisiyle kendine gelen Elizabeth nefes nefese gözlerini açtı ve şaşkınca ona baktı. Stephen Strange ise kendisinden hiç beklenmeyecek bir samimiyetle onu kolları arasına aldı. Liz hala kendinde değildi, hala olan biteni çözmeye çalışıyordu.

Vertigo(Doctor Strange)Where stories live. Discover now