4- YAĞMURUN İZLERİ

46.4K 2.1K 188
                                    

YAĞMURUN İZLERİ

"Anne?"

"Gelme Özne!" diye bağırsa da sırtı ona dönüktü.

"Ama..."

Annesi hiçbir şey olmamış gibi çaydanlığı masadan alıp ocağa bıraktı. Aradaki sessizlikte gök yeniden gürlerken içinde aniden filizlenen korkuyla içeriye doğru bir adım atmak isteyen çocuksa, kendini "Neler oluyor?" diye sorarken buldu.

"Sana, gelme dedim!" diye çıkıştı tekrardan annesi. Yüzünü göremese de ağladığı titreyen sesine yansıyordu. Bunu kendisi de fark etmiş gibi elinin tersiyle yüzünü sildi. Islanmış parmaklarını da eskimiş önlüğünde kuruladı. Birkaç kez soluklandıktan sonra "Ben iyiyim, Özne." dedi. Ardından başını çevirip nazikçe gülümsedi ama yüzü aksini iddia ederek dökük benliğini ısrarla gün ışığına çıkarmaktaydı. Açık teninden olsa gerek sinirlendiğinde veya benzeri bir durumdayken kulaklarına varana kadar kızarırdı. Şimdiyse yanaklarıyla burnunun uç kısmı çok daha koyu bir renk almıştı. Ve o güzel gözleri, kinden ayrışmaya çalışan saf gözleri kan çanağına dönüşmüş, kahverengi irisleri ise bilyeler gibi ışıl ışıl olmuştu.

"Annene acayip benziyormuşsun." dedi Avukat ve hemen ekledi "Yani tüm o şeylerden önce... Ah bilirsin, kozmetikten filan..." Boş konuştuğunun farkında olduğu için nefesi gırtlağından zor çıktı.

Özne sadece "Evet." diyebildi, sesi hüzünle doluydu. Ancak başı, yine ve yine omuzlarında dimdik durmaktaydı. Gözlerini bilincindeki geçmişe doğru çevirdiğinde mutfakta yeniden beliren annesi; "Sana elmalı kurabiye yapmamı ister misin?" diye sordu.

Otuz iki dişini sergileyen çocuk Özne, heyecan içinde "Olur!" dedi. Midesinin hemen üstündeydi eli. Onunki kadar içtenlikle gülümserken annesi "Tamam." deyip koluyla burnunu sildi. Oysa bunu çocuklar yapsa, büyükler onlara çok ama çok sinirlenir 'pis olur, yapma' şeklinde söylenirlerdi.

"O zaman gidip, kurabiye için elma toplaman gerekecek."

Endişeli gözlerle annesinin yüzüne bakan Özne "E ama yağmur... Yağmur yağıyor." dedi çabucak.

Ciğerlerini nefesle doldurup derin bir iç çekti kadın "Yağmurluğunu ve çizmelerini giyersin, olur mu?" diye sorsa da sormaktan çok öyle istediğini belirtir gibiydi. Konuşmasına fırsat bile vermeden parçalanan mutfak malzemelerinin arasından özensizce geçerek çocuğun yanına geldi. Elinden tutar tutmaz onu hole götürdü. Sessizce soluyor, yüzünü birçok yerden kaçırıyor, aslen boşluktan başka hiçbir yere bakmıyordu.

"Bu yağmurda seni öylece göndermiş olamaz, değil mi?" diye sordu genç adam.

"Evet." diye fısıldadı Özne yeniden, cümle kuracak gücü kalmamıştı.

"Koşarak gidersin, hiçbir şey de olmaz tamam mı? Hem oyunda oynarız, ha?" diyordu annesi. İçten değildi sesi ve çocuğunda değildi gözleri. Onunla konuşmuyor gibiydi. Daha çok varla yok arasında bir hayaletti.

O bir şeyi gizliyordu ama neyi? Ne bilsin çocuk, ses etmedi.

Vestiyerden sarı yağmurluğu alıp Özne'nin üzerine çabucak giydirdi. Önünü kapayıp başını kapüşonun altına gizledi. Tüm bu işlemleri yaparken parmaklarının titremesini zerre kadar umursamış değildi.

"Sen... Sen, iyi misin anne?"

"Evet tatlım, hiç olmadığım kadar iyiyim." diye mırıldanırken kadın, kendini zorlayarak gülümsemeye çalıştı. Çocuk yağmura karşı tamamen hazır olduğundaysa iki minik öksürükle yitirdiği sesini geri kazanarak konuşmaya başladı. "Şimdi bir oyun oynayacağız, tamam mı? Sen elma ağacına gidip gelene kadar..."

"Tamam!" diye cıyakladı Özne heyecanla.

"Yüzden geriye doğru saymanı istiyorum."

"Ama... Sayamam, işte..."

"İki kez elliden geriye doğru say, o zaman?"

Olumlu anlamda başını sallamakla yetinince çocuk, annesi devam etti. "Bire geldiğinde gördüğün şeyi kimseye söylemeyeceksin, anlaştık mı?"

"Sana bile mi? Bir köpek görsem bile mi ya da yılan?" cılız sesi korkuya yenik düşmüştü.

Gülümseyerek ona göz kırparken annesi "Bana bile söylemek yok." dedi.

İsteksiz olsa da onayladı çocuk ve verandanın basamaklarından inip elma ağaçlarına doğru yürümeye koyuldu. Ağaçlara ulaşmak içinse buğday tarlasını geçmesi gerekiyordu.

"Ben oradan korkardım." dedi Özne, avukata bakarak. Ancak adam onu duymamış gibi "Bire geldiğinde ne gördün?" diye sordu. Mavi gözleri yaşlarla dolsa da omuzlarını dikleştirip derin bir nefes aldı müvekkili ve sorusunu cevaplamaktansa başını yeniden çocukluğuna çevirmeyi yeğledi.

Çamur birikintisine bata çıka ilerlerken her seferinde saplanan bacaklarını çekiştirmek ve çizmenin ayağından çıkmamasını sağlamak için nazik olmak zorunda kalan çocuk Özne daha yolun başında yorulmuştu. Vıcık vıcık çamur sesi, şıp şıp düşen damlalara karışıyordu ve ortalıkta başka hiçbir ses yoktu. Tarlanın sınırına geldiğinde annesini görme ihtiyacı duyup, başını çevirerek verandaya bakındı. Annesinin her zaman ki o içten gülümsemesiyle kendisine el sallandığını gördüğünde, yeniden cesaret alarak aynı şekilde karşılık verdi. Döndüğündeyse ufacık bedeninden fırlayıp çıkmak isteyen kalbini sakinleştirmek için derin nefesler aldı. Boyundan aşkın buğday tarlasına emin adımlarla dalıp annesini ardında bıraktı ve ilk elliden geriye doğru saymaya başladı. "Elli, kırk dokuz, kırk sekiz..."

Bir o yana, bir bu yana yalpalayarak kayan, inatla içe doğru çekilen ayaklarına rağmen yürümeye ve saymaya devam etti. Ama kayıp da son anda dengesini sağlayınca "Teşekkürler sana!" diye bağırdı griden bozma gökyüzü dostuna. Başını yukarı ama en yukarı kaldırıp "Neden bu kadar kızgınsın ki?" diye çocuk sesiyle çıkıştı. "Üzdüler mi seni?" Gökyüzü cevapsızdı, çocuk ise ısrarlı. "Konuşsana!" Gökyüzü yine yeniden gürleyip yüzüne yağmurlarını dökmekle yetindi.

... Ve su akmaya devam etti.

Şıp şıp!

Yüzünü buruşturan çocuk "Öyle olsun..." diye fısıldadı. Yeni adımları hırs dolu olduğundan, ağaçlara daha çabuk vardı. Bu sırada ilk elli bitmek üzereydi. İki elmayı ceplerine, üç elmayı eline sığdırıp dönüş yoluna geçerken ikinci elliyi saymaya koyuldu.

"Elli, kırk dokuz, kırk sekiz..."

Buğday tarlasından çıkıp ön verandaya yaklaşırken tüm dikkati çamura batan ayaklarında ve ikinci ellinin geri sayımındaydı.

"Dört, üç, iki, bir..." ve nihayet bir şey görme umuduyla olduğu yerde durup başını yavaşça kaldırıp baktı.

An dondu.

Anne asılı, çocuk ana takılı...

Avukat dehşete düşmüş gibi bir ses çıkarıp şaşkınlıktan açılan ağzını eliyle gizlemeye çabalarken Özne hissizlik denizinin dibine yavaşça gömüldü. O anda, hiçbir mekânda nefes alamıyordu. Üzüntüden doğdu, göğüs kafesi ikinci anda hareket edip de yorgun kalbini dürttü. Zordan, çok zordan konuştu. "Hani masallarda gökten üç elma düşer ve mutlu sonla biterdi ya her şey... Bizimkisi gökten düşmedi."

Sözlerine eş değer zamanda, çocuk Özne'nin kucağındaki elmalardan ikisi ayak ucuna düşerken, sonuncusu yuvarlanarak verandada rüzgârla sallanan annesinin cansız ayaklarına doğru gitti.

"Yanlış yerden düşünce bizim elmalarımız, hâliyle mutlu bir sona uğurlanamazdı."

Nefesi kesilirken çocuk Özne'nin gözlerinden akan yaşlara en iyi dostu eşlik etti. Yıkıma uğramış yüzünü yağmuruyla örttü. Çelimsiz bedeni acıyla titrerken kuruyan dudaklarından aciz bir söz döküldü.

"Tıp!"

Ses yankılanırken avukatı sardı ve geriye sadece sessizlik kaldı.

Tıp...

3.2.1...TIP! / DÜZENLENİYORWhere stories live. Discover now