8-DUMANLAR ARASINDA

45.4K 2K 83
                                    

DUMANLAR ARASINDA

Gün döndü, yapay güneşi yerine koştu. Yarın gelirken yanında ağzına kadar dolu, tıknaz gardiyanı da getirdi. "Mahkûm dışarı! Revirden bekleniyorsun." derken o, Özne mutsuzluğun dibinde, yastığın altına sakladığı umudu gizlemenin peşindeydi. Yaşları kurumuş gözlerini ovuşturarak zoraki bir gülümseme edindi. Yatağından doğrulurken sözüm ona huysuzlanıp, şaka yollu şikâyetini bildirdi. "Hasta olduğumu bildirmedim. Çok yemekten yanlış geldin herhâlde."

Gardiyan kadına bir pislikmiş gibi bakıp, umursamazca göbeğini zıplatarak gülümsedi. Elinden düşürmediği soslu ve kocaman çöreğinden açısı geniş ısırığını alışkanlıktan aldı. Hamuru keyifle çiğneyip kısmen yuttuktan sonra "Rutin kontrol zamanı haşarat, doktor seni çağırıyor." demekle yetindi.

Doktor onu mu çağırıyordu? Nereden çıkmıştı bu rutin kontrol? İçeri tıkıldığı günden beri iki kez doktora görünmüştü, onlardaysa ateşli hastaydı. Öyleyse? Yoksa avukatı onun akıl hastası falan olduğunu mu söylemişti? Bugün, o yüzden mi gelmemişti? Tombul gardiyanın bariz bir şekilde yalan söylediğini bilse bile ayağa kalkıp dışarı çıktı. İstesin ya da istemesin, o sözde doktoru görecekti. Kollarına ve ayaklarına iliştirilen uzun zincirleri sessizlik içinde izlerken aklında beliren tek soru "Neden şimdi?" idi.

Hareket duyargasıyla çalışan koridor aydınlatıcıları altında, yetkili kişinin dışında dokunana elektrik çarpan kara mazgallı kapılardan ve kirli koridorlardan -ki telef olmuş farelerle kaplıydı- geçerek, revir olmadığı açıkça belli beyaz bir kapının önünde durdular.

"Revire geldiğimizi sanıyordum."

Somurtkan yüzüyle gardiyanı "Çok konuşuyorsun!" diye çıkışıp kapıyı açarak ona yol verdi.

Özne, önce adama sonra açılan kapıya bakarak korkusunu bir nefeste içine hapsedip de yürüdü. Adımları kaçıp gitmesini dile getirir gibi ağırdı. Kapı ardından kapanırken dikkati, karşısında oturan beyaz üniformalı adamdaydı. Oldukça güzel hatlara sahip bir yüze bakıyordu Ne var ki, gözleri onun oldukça yaşlı olduğunu dile getiriyordu. Kendisi gibi zamanın içerisine sıkışmış, zamansız bir bireye dönüşmüş olduğunu anlayınca "Kaç yaşındasın?" diye dalgınlıktan sordu. Düşünüyor, düşünüyor ama bir türlü bulamıyordu. Bu adamı daha önce gördüğünü anımsamıyordu. Öyleyse bir yenilikti bu. Aman, ne güzel!

Doktor onun sorusunu duymak yerine "Neden oturmuyorsun?" diye soruyla karşılık verdi.

Sergilenen soğuk tavra karşılık Özne'nin yapabileceği tek şey sessiz kalmaktı, öyle de yaptı. Konuşmadan birkaç adım daha atıp dişçi koltuğunu anımsatan deri sandalyeye oturdu, dahası kuruldu. Ama daha otururken bile bu görüşmenin hiç iyi sonuçlanmayacağını biliyordu. Geçmiş anıları beyin duvarına üşüşürken, derinden nefes alıp onları kapı dışarı gönderdi. Çünkü korkmanın yeri ve zamanı değildi. Fiiller'in dişilerden beklediği aciz duruşları tırnağının ucuna bile geçirmemek için yüzlerce kez kendine söz vermişti. O yüzden, her zamanki gibi omuzları ve başını dikleştirdi.

Sözde doktor, ilgisiz edasını değiştirmeden beyaz üniformasının cebini kurcalayıp içi boş bir şırınga çıkardı, diğer cebindense minik bir şişe. "Gözlerine bakılacak olursa bunun rutin bir şey olmadığını biliyorsun."

"Evet."

Kadına değil, elindeki işe yoğunlaşmıştı. Şırınganın ucunu titizlikle açmış, iğnesini minik şişeye batırmıştı.

"Kaç yaşındasın?" diye sorusunu yineledi Özne.

Doktor bakışlarını şırıngaya nakledilen kara sıvıdan çekip ona çevirerek "Senden çok daha yaşlıyım." demekle yetindi. Özne bakışlarını bir an olsun ondan ayırmadan "Beni öldürecek misin?" diye sordu. O kadar gelişi güzel, sıradan bir soru gibi çıkmıştı ki ağzından doktor gülümsedi.

"Onun da sırası gelecek tabii, ama şimdilik hayır."

"Öyleyse celladım sen misin?"

Umursamaz tavrı adamı neşelendirmiş olsa da sözleri temkinliydi. Yavaşça ayağa kalkarken "Olmayı dilerdim, ama hayır." diye fısıldadı. Kendisine yaklaşan adama ve elindeki şırıngaya bakarak "Bu bir gözdağı mı?" diye sorsa da pek cümlesine soru işareti yakışmıyordu.

Adam ona yaklaşmayı sürdürürken "Aynen öyle..." dedi, bu sefer sesi bir öncekine oranla daha alçaktan çıkmış, sır verirmiş gibi nazikçeydi. Yanı başına gelip durdu. Şimdi Özne'ye tepeden bakmaktaydı.

"Yeni başkan sana selam ediyor."

Üvey kardeşinin sıfatına nail olunca, korkusunu muziplikle yoğurarak "Sayemde başkan olduğu için mi?" diye sordu. Kalp atışları hızlansa bile o ağzından değil burnundan nefes almayı seçiyor, endişesini muhatabına lanse etmemek için çaba sarf ediyordu.

Doktor yüzüne şeytani bir gülümseme kondururken, şeffaf eldivenli elini Özne'nin omzuna koydu. Masum bir temas gibi görünse de Özne tüm bedenine yayılan elektrik akımıyla olduğu yerde kaskatı kesildi. Göğsü kalbi yerinden fırlayacakmış gibi inip kalkıyor, şakakları zonkluyor ve bedeni titriyordu. Yazık ki başına gelene hatta geleceğe hiçbir tepki veremiyor, istemsiz inlemelerini dinliyordu.

Adamın soğuk gülümseyişi tiksinmekten öte bir duyguyu bünyesinde barındırmıyordu. Kadına doğru eğilip dişlerinin arasından fısıldadı. "Başkan sana diyor ki, dumanlarla oynamayı kesmelisin... Yoksa çok fazla insanın canı yanacak." Ardından geri çekilip sükûnetle ekledi. "Kesinlikle kişisel bir şey değil şekerim, cumhuriyetimizin selameti için senin gibilerin başı erkenden ezilmelidir. Ezilmelidir ki diğer kısraklar uyanmasın, buna yeltenmeye bile kalkmasın..." Sırıtarak ona göz kırparken "Ha?" diye sordu. Cevap veremeyeceğini bildiğinden, aşağılayıcı ve daha pek çok duyguyu içerisinde barındıran ifadesiyle Özne'ye baktı. "Mükemmel bir kadınsın... Ama fazla zekisin. İnan bana senin için yas tutacağım."

Onun aşağılık yüzüne bakmaktan başka hiçbir tepkide bulunamayan Özne, içten içe küfürler yağdırıp, lanetler okudu. Adamsa hepsini duymuş gibi gülümserken eli havada bekledi. Ardından üzerine doğru eğilip şefkatle mırıldandı. "Şimdi, gözünü hiç kırpmadan durman gerekiyor canım, tamam mı? Yoksa canın daha fazla yanacak."

Daha fazla yanacak!

Canın yanacak!

Sözler zihninde patlayıp her yana saçılırken korku dolu gözlerinde dehşet tohumunu atmış, gün yüzüne abanmıştı. Özne zincirli ellerini kurtarmak istedi, oturduğu yerden kalkıp kaçmak ama hiçbir uzvu hareket edemiyor, bilincinin komutlarını reddediyordu.

O şimdi sadece doktorunun kuklasıydı. Öteye gidemiyor, efendisini yenemiyordu.

Çalışan tek organı olan gözlerini sımsıkı kapayıp, içinde bulunduğu durumu reddetse de eyleminin tepkisi omzuna daha şiddetli bir şok yemenin ötesinde bir etki getirmedi. Gözleri acıyla açıldı ve sonrasında yine canı acıdı. Zihin duvarının eşiğinde biriken anıları üzerine devrilirken o içten içe haykırıp tek bir kelimede takılıp kaldı.

"Tıp!"

3.2.1...TIP! / DÜZENLENİYORWhere stories live. Discover now