Ecel esir düştükten sonra, girdiği çıkmazlarla dolu yolun sonunda kendini Cellat olarak bulacak.
Öyle bir oyun ki bu, halkalar birbiri ardında değil yalnızca. Tüm zincirler anahtarı unutulmuş kilitlerle, sarmalanmış bir diğerine ve bir diğerine.
H...
Adım attıkça gıcırdayan merdivenlerden inerken, gözlerim karanlığa alışıyor bodrumun rutubet kokusu burnuma doluyordu. Kucağımdaki kadını, karımı indirmeden tamir aletlerinin asılı olduğu tablada, paslı tornavidayı saat yönünde çevirmemle açılan geçitten içeri sızdım. Angela'yı yere bırakırken, cebimdeki birkaç paket kan torbasını yanı başına koymayı ihmal etmemiştim. Önünde diz çöktüğümde, kan bulaşmış saç tellerini çekerken çalan telefonumla onun güzel çehresinin uyandırdığı histen ve Dark'a yakalanma endişesinden sıyrılıverdim.
Arayan, operasyonda adıma çalışan askerlerden biriydi. "Bakarsın var, bakarsın yok." dedi, gür sesiyle.
Parola olmadan konuşmaya başlanmazdı. Cümlesini bitirmesiyle cevap verdim. "Korkusu tek güneşten, niyeti var gitmekten."
Her gün arayıp bana durum raporu verirdi, beklendik kelimeyi duymaktan artık sıkılmıştım. Özellikle Angela beni atlatıp, gardiyanın tılsımı almasını sağladıktan sonra bir daha onu buralardagörme ihtimalin yüzde on bile değildi.
Angela'nın yerde yatan bedenine bakarken, bıkkınca askerin her gün söylediğini o bana söyleyemeden yineledim.
"Yerberi. 405. Başka bir şey yoksa, kapatıyorum."
Asker beklemediğim bir heyecanla atıldı. "Hayır! Hayır efendim, Yeröte. Kod:357."
Damarlarımda çağlayan kan, kaslarımı genişletirken tüm bedenim savaş için hazırlığa geçiyor, söz benim için bir plandan çıkıp, hayat kurtarıcıma dönüşüyordu. Gardiyan Camden'a geri dönmek gibi bir hata yapmıştı ve ben onu ele geçirip, Efendi Dark'a teslim ettiğimde, kalbini deştiğim Chuck'ı koruyucu ele geçirirken olan çarpışmamızda küçük bir zaiyat olarak gösterebilirdim. Böylece, görevim bitecek, her görev sonrasında olduğu gibi istirahatımı alıp, Angela ile çok uzaklara gidebilecektim. Bir vampir için tatil, uzun yıllar demekti. Bir insanın ömrüne denkti. Biz döndüğümüzde karımın hayatında koruyucunun kalıntısı bile kalmayacaktı. Angela tılsım taşıyıcısının neden öldüğünü asla bilmeyecek hatta belki de taşıyıcıyı pembe bulutlar arasındaki güneş kadar silik hatırlayacaktı.
Planlar silsilesi aklıma hucum ederken, lanetli hızımla mutfağa çıkmış buzdolabını sürükleyerek bodruma getirmiştim. Angela'nın düşündüğümden daha fazla kana ihtiyacı olacaktı.
"Anlaşıldı." dedim. "Hedef, yeröte. Plan ay döngüsü sahada."
Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
🐊
Ecel'in Bakış Açısından Yağmur sessiz ve soluksuz otobüsün pencerisine çarparken, Falkland'da geçirdiğim rüya çoktan sona ermişti. Sıradaki durak, bunun en büyük kanıtı olacaktı. Gözlüklerimi takıp, başımdaki kasket şapkanın yerini sağlamlaştırdım, çantamı koluma geçirirken yerimden kalkmış fark ettirmeden çantamın ardından belimdeki silahı kontrol ediyordum. Kapılar açıldı. İşte, buradaydım. Haftalardır kaldığım adada, durmadan yorulmadan adını sayıkladığım yerdeydim. Beni karşılama komitesi tam hayal ettiğim gibiydi. Kirli hava, kuru soğuk. Ve tabi ki otobüs durağının karşısındaki hastanenin girişinde dolanan alligatörler. Lex'in yaralanıp, hastaneye düşüşünde yanında olmayan avcılar, şimdi zehirlendiğinde buradaydılar. Öldürmek için mi? Hayatta tutmak için mi? Kafamda, sorudan çarklar dönerken kısa bir bakış sonrası hastanenin arkasından dolanarak, arka tarafına yürüyor bir yandan sayıyordum. Gözüme çarpan ve çarpmayanlar... Beklediğim hemşireyi görmemle, acil servis kapılarına dayanan sedyeye yetiştim hızla, kendini kaybetmiş hastanın ve panik içindeki refaketçinin bana aldırdığı yoktu. Hemşire ile beraber sedyeyi ittik, etrafı süzerken refakatçinin yanından ayrılmış, sadık bir arkadaş gibi kolunu sıvazlamayı ihmal etmemiştim.