at arabası balkabağına dönüşmeden'

365 44 64
                                    


...

Yağmur yağıyordu.

Kim Seokjin yağmuru severdi. Onun bir şeyi sevebiliyor olması dış dünya tarafından imkansız olarak nitelendirilse de yanılıyorlardı.

Şu koca dünyada sevdiği bir iki şey vardı elbette. Mesela, yanından ayırmadığı bir paket sigarası, üstünden çıkarmadığı siyah kapüşonu -hamburgere de bayılırdı ama sevdiği bu listeye girebilecek türden değildi onun için- ve yağmurlu havalar. Belki birkaç tane eklenebilirdi ama daha fazla değil.

Yağmurun sesini severdi, bıraktığı kokuyu, hissettirdiği duyguyu. En çok insanların çocuklar gibi koşuşturmalarını -ki ona göre bu acınasıydı- komik telaşlarını izlemeyi severdi.

Bulutların dünyada olan her şeyi gölgede bırakmasını, yüzleri ve duyguları gizlemesini severdi.

Sonrasında yalnız kaldığı sokaklarda, yağmurun vücudundan süzülüp ruhuna akarken temizlediğine inanmayı -bunun için çabalardı- severdi.

Mesela çocukları da severdi ama onları aptal olarak görür ve kızardı. Aslına bakarsak herkese ve her şeye kızgındı. -kendince- haksız sayılmazdı.

Ara sokaklarda gezerken yalnızdı -normalin aksine köşelerde kafa bulan serseriler de yoktu- Zaten olması gereken de buydu, yağmur, kafatasını delebilecek bir hızla yağıyordu.

Aklı başında olan bir insan, doğruca evine koşar, sığınırdı. Ama Kim Seokjin'in, evim diyebilecek bir yeri olmadığını hesaba katarsak ona hak vermemiz gerekirdi.

Her zamanki gibi siyah kapüşonu üzerinde, kapüşonunun şapkası başında, elleri cebindeydi. İlerliyordu sokakta. Yağmurun gökyüzünden şiddetle karaya çarpmasını -arada gürleyen gök de buna dahil- görmezden gelirsek sessizlik hakimdi bulunduğu ortamda.

Sıkılıp başka bir sokağa saptığında karşısına çıkan manzaraya şaşırdı -şaşırması da bahsi geçen kişi için, şaşırılacak bir durumdu- O an ikilemde kaldı; Kim Seokjin olarak görmezden mi gelseydi, yoksa benliğine ters düşeceğini bildiği halde altın kalpli, yüce gönüllü, merhametli bir insan evladı olabilirmiş gibi yardım mı etseydi?

Kim Seokjin rol yapmayı sevmezdi.

Her defasında ilk seçenekte karar kılardı ama her defasında da bu soruyu sorardı. Nedenini kendi de bilmiyordu.

Ama
Bu sefer bir değişiklik yaptı.
Kaldırım taşına -ıslak olduğunun farkındaydı- oturdu ve sokağın sonundaki kavgayı izlemeye başladı.
Kavga demek doğru olmazdı aslında. Çünkü kavga iki tarafın birbirine şiddet uygulamasıydı. Burada şiddet uygulayan ve şiddet gören taraf vardı. Mavi saçlı -ufak ama güzel- çocuk, iri yarı - dövmeleri göze batan- bir adamdan dayak yiyordu.

Seokjin düşündü; böyle bir çocuğun -zengin, ana kuzusu, güzel bir çocuk olduğu yargısındaydı- dövüş kulübünden fırlamış gecenin belalı tipleriyle ne gibi bir ilişkisi olabilirdi ki?

Gerçekten -inanaması zor ama- kayda değer bir süre düşündü -ortalama bir insana göre fazla kısa bir süre de olsa- Sonra özüne dönüp sadece izledi. Çünkü Kim Seokjin insanların işlerine karışmaz, onlar hakkında endişelenmezdi.

O sırada, sokağın sonundaki kavgada, -çirkin dövmeli- iri adam, tekme savurdu, inledi yere yığılmış mavi çocuk. Sonra adam eğildi, bir eliyle çocuğun yakasını kavradı, diğeriyle -güzel, bebeksi- yüzüne bir yumruk savurdu. Ardından bir yumruk da soluna. Ve bir tane daha.

strayed	;;taejin Où les histoires vivent. Découvrez maintenant