çift kişilikli sosyopat chucky'

290 29 98
                                    

...

Öğlen vakitleriydi, kışa doğru atılan hızlı adımlar doğrultusunda ay'ın bulutlar arasından beşlik çakması da an meselesiydi.
Gün hakikaten çabucak bitiveriyordu, bu şikayet edilecek bir şey değildi ancak, yazın tembelliğin ardından kışın bu hızına adapte olabilmek -olması gerekenler için- zordu. ama, nihayetinde gün doğuyor, batıyor, bitiyordu ve bu, sonunun gelebileceği bir rutin değildi. yani önemli değildi, tabii Kim seokjin için böylesi geçerliydi.
her yeni günde kalkması gerektiği için kalkardı, hava karardığında ise gelecek yeni günde kalkması gerektiği için yatardı. bu böyleydi, böyle devam ediyordu, böyle devam edecek gibi gözüküyordu. ufak pürüzler de yok değildi, elbetteki hayat, bir düzlükte ilerlemiyordu -kimsede ilerlemezdi, onun da eğlencesi buydu- Mesela şu sıralar seokjin'in en büyük pürüzü mavi rengine bürünmüştü, ama sorun değildi, bunlar olağan şeylerdi, yakında zımparalardı ve geçerdi.

ağır ağır çıktığı merdivenlerin sonunda küçük dairesine ulaştığında başını kapıya yasladı yorgunlukla. elini, dar pantolonun cebine attığında anahtarı çıkarmak adına geçirdiği kısa süreçte karşı daireden yükselen -hayatını sorguladığı anlardan biriydi- o sese maruz kalmıştı, bu ihtiyar neden yerinde duramıyordu, bilmiyordu. Bulduğu anahtarı deliğine sokarken yaşlı kadının -bilmediği dilde- duvarları aşan sesine karşı gözlerini devirdi ve evine doğru hızlı bir adım atarken söylenmekten çekinmedi
"toprağa yaklaştıkça deliriyor bunlar"

kapıyı ardından kapatırken ayakkabılarını, üstlerine basmadan -önemli bir ayrıntıydı o kişi için- çıkarttı. yorgun bedenini bir an önce koltuğuyla kavuşturma isteğiyle attığı iki adımın sonunda, bakış açısına giren koltuğunun yüzeyindeki beden kavuşmasındaki engel olmuştu. bu, tamamen aklından çıkan bir ayrıntıydı -ayrıntıdan öte olamazdı- grinin koyu tonlarına çalan yıpranmış koltuğuna aykırı bir şekilde parlayan dağılmış mavi saçlar.. ah, bu mavi saçlar, diye geçirdi içinden, tam koltuğunun ucunda, mavi saçlının tepesinde dikilirken. o, henüz farkında değildi ama. koltuğa uzanmış, tahminen sabah üstüne örttüğü battaniyeyle kalkmış ve sarılarak adeta bir bütün haline gelmiş, birleştirdiği ellerini, kendine çektiği bacaklarının arasına yerleştirmiş, kıvrılmış yatıyordu, koltuğunda -kavuşmak istediği kendi koltuğunda-
"pişt" diye seslendi Seokjin, varlığını belli etmek adına.
Hemen aşağısında kıvrılan beden, gelen sese uyarak başını hızla kaldırmış -bu hareketle iki yana dağılmıştı mavi saçları- tepesinde dikilen gencin gözleriyle birleştirmişti zorlukla yorgun gözlerini
"Hyung!"
ve anında düşürdü başını -eh zordu taşıması- gözlerinin altı kızarmış, teni birkaç ton açılmıştı sanki, maviliği ayrı bir parlıyordu şimdi.

"ne yapıyorsun?" diye sordu kapüşonunu çıkarırken -merak ettiğinden değildi aslında lafın gelişindendi, biraz da, tanrı aşkına kendi eviydi sonuçta, tabii ki soracaktı-

"ölüyorum"

anahtarları ve cüzdanı çıkarıp sehpaya öylece bırakırken gülümsedi dediğine istemsizce. çocuğa döndüğünde -gülümsemesi yüzünde sabitti- elindeki kapüşonu mavi saçlarına doğru attı
"ölecek başka bir yer bul"

tam yüzüne isabet eden ve nefes alacak tek bir nokta bile bırakmayan o koca, siyah, sigara kokusu üstüne sinmiş kapüşonu, yüzünden çekmeye tenezzül dahi etmeden -aslında enerjisini acil durumlar için saklıyordu artık- oluşturulan karanlığında boğuk çıkan sesiyle söylendi kendi kendine "belli ki ölen insanlıkmış"

inanması zor bir şekilde alışmıştı seokjin, bu alttan alttan batırdığı iğnelere. Yüzüne sevimli sevimli gülümsüyor, arkadan küçük iğnelerinin ucunu biliyordu sanki, zararsızdı ama fenaydı. uzak durulması gerekilen bir insan tiplemesiydi, aynı zamanda tiplemeyle sınırlandırlamayacak kadar özel bir tür gibiydi, bilmiyordu, zaten tanımıyordu -eh, tanımasına gerek de yoktu-
Kafasına attığı kapüşonunu şapkasından çekerek -yüzünü açıp kurtarmış oldu çocuğu böylelikle- omzuna attı ve koltuğunda kıvrılan bedene doğru eğildi, saçlarını arkaya tarayıp avucunu alnına yaslarken mavi olanın yorgun gözleri üzerindeydi. solmuş tenine temas eden parmaklarını, endişelenmeye gerek olmadığı -yok değildi, sadece, harekete geçirecek kadar değildi- kanısına vardığında çekip saçlarının gözlerine dökülmesine izin verdi ve doğruldu
"iyisin iyi"
dedi ve öylece bıraktı.

Dostali jste se na konec publikovaných kapitol.

⏰ Poslední aktualizace: Dec 31, 2019 ⏰

Přidej si tento příběh do své knihovny, abys byl/a informován/a o nových kapitolách!

strayed	;;taejin Kde žijí příběhy. Začni objevovat