2.0

311 22 23
                                    




   Genç adam, sokak lambasının altında saatlerce dikildi, sanki o gelecekmiş gibi. Ama gelmedi. Gelmeyecekti. Evine doğru yürümeye başladığı sırada ufak bir kız çocuğu yanına yaklaştı ve emin olmak istercesine soru. "İz sen misin ağabey?"

    Genç adam dizlerinin üstüne çöktü ve kafasını salladı. O kadar halsizdi ki, cümle bile kuramıyordu. Harabeden farksızdı. Koskoca bir harabe işte. Basit. Küçük kız çocuğu elindeki beyaz gülü ve mektubu genç adama uzattı. "Bu sanaymış."

Genç hızla mektubu ve gülü aldı, mektubu yırtarcasına açtı.


   " Öyle bakma bana demiş birgün şair şiirine, kelimen hecen acı kokuyor, nerenden okumaya başlasam içimi bir burukluk kaplıyor.

İz..

Yalandı.

Her şey.

Yalandı sana söylediklerim.

  Her gün geçtiğin sokağın senin kokunun emarelerini taşıyan o zalim köşenin başında, sarı ışıklı sokak lambasının altındaki dikilen aptal bir çocuktum ben. Sen geçersin diye saatlerce senin düşüncenle bekleyen, geçtiğinde içini burukça bir heyecan kaplayan küçük kız çocuğu. Ne balkonda oturdum seninle aynı şarkıyı dinlerken, ne de seni hayal ettim. Ben seni o sarı lambanın altından izledim, İz. Bilmedin, görmedin. Ki ben de gör istemedim.

  Hayal kuracak kadar kitap okumadım ben İz, hatta tek okuduğum kitabın yazarıydı aslında Oruç Aruoba. 

   Afili bir kül tabağım da olmadı, hep elimin üzerinde söndürdüm sigaramı . Elimin acısı etkilemedi beni, yüreğimin soğuk kuyularının acısı kadar. Yanımda boş bir sandalye yoktu da, yüreğimde bir tahta sahiptin sen. Boynuma bir ip gibi dolansaydın, seve seve o ipe asılabilirdim.

  Aşkın bir intihar olduğunu söylüyordun, çünkü daha önce sen de intihar etmiştin o yolda. Hatta bir keresinde, "En güzel ölüm benimkisi." demiştin, eklemiştin "Ölüm hep bu kadar olacaksa her zaman intihara teşebbüs ederim." 

     Gözümün önünde, günlerce acı çekmeni izlemem hayatın bana yaptığı büyük işkencelerden bir tanesiydi zaten İz. Bu hayat bana haddinden fazla yük bindirdi. Dizlerim çok titredi. Bu yük ile yaşayamazdım... 

   Öyle güzel gülümserdin ki, bazen sahip olmak istediğim tek zenginliğin gülüşün olmasını düşlerdim. Öyle mankenlere taş çıkaracak bir fiziğin, ya da renkli gözlerin yoktu ama, doğaldın, kasmazdın, ince ruhluydun sen. Zaten öyle güzel fiziğe de hoş yüze de ihtiyacın yoktu ki. Senin içten gelen bi güzelliğin vardı. Beni affet olur mu? Ruhunun kör kuyusundaki çizgide rahatsız kalmak istemiyorum.

  Öyle dışarıdan çevirilebilecek insanlara hiç benzemiyordun, aksine hiç dışarıdan çevirebileceğim birisi değildin sen İz. Özeldin, kendine özgüydün. Sevgi doluydun. Uçan kuşa bile gözlerinde saf bir sevgiyle bakabiliyordun. Hatta hatırlıyorum da, koyu sarı renkli bir kediye Patates Kızartması adını takmıştın, sonra kediye araba çarptığında günlerce üzüntüden evden bile çıkmamıştın.. Sen bu yüzden özeldin işte. 

  Ölmeden önce sana bir şey armağan edemediğimi farkettim sevgilim. Bu mektubu sana bir kız çocuğu getirecek, tıpkı senin yolunu gözlerken binbir farklı hayal kuran ben gibi bir kız çocuğu... Elinde beyaz bir gülle. Bu sana ilk armağanım. Belki basit bir hediyedir bu sana göre, ama bu gül benim için oldukça özel.

   Ve sevdiğim sana, o gece parmağını uzatıp sevgini akıttığın Ay'ı armağan ediyorum. Ay'ı sevmek ve izlemek için geceye ihtiyaç duyma. Sadece bakmasını, ve görmesini bil. Beraber izlediğimiz gökyüzü, dinlediğimiz tüm şarkıların boğuk notaları, o evinin önüne kadar uçan kağıttan uçak, sana emanet.

Rüyama sen, toprağıma kokun karışmak üzere. İyi geceler İz.' "



  Gülü koklamak için burnuna yaklaştırdığı zaman bir şey farketti. Bu gülün ortasında, iki yaprağın arasında ikişer damla kan vardı. Onun kanı. 

Bir Beyaz Gül  |TEXTİNG (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now