49. Bölüm

789 29 3
                                    

Burada geçirdiğim onuncu günümdü, ayağıma pansuman yapmalarına izin vermiştim ama elbisemi çıkarmamıştım.

"O elbiseyi artık çıkarmalısın tatlım," evdeki kadına baktım öfke ile harmanlanmış gözlerle.

Konuşmuyordum, doğru düzgün yemek yemiyordum ve gün geçtikçe hızla zayıflıyordum. Kafamı olumsuz anlamda salladım hafifçe.

Odaya Erdinç girdi.

Ona baktım, gayet sağlıklı duruyordu Meriç ona zarar verseydi bir hasar olurdu değil mi?

"Meriç nasıl?"

Gözlerimin dolmasına izin vermemiştim, onun karşısında aciz bir kız olarak görünmek istemiyordum, bu geçen sürede fazlasıyla ağlamıştım.

"Pınar hanım Buse hâlâ üstünü değiştirmemiş ama."

Beni umursamamışlardı bile, "Erdinç bey giymemekte ısrar ediyor," dedi kadın mahçupça.

Bana dönen Erdinç parlayan gözlerle konuştu, "neden zorluk çıkarıyorsun Buse? Alt tarafı senden istediğim yemek yemen ve kıyafetini değiştirmen. Bu kadar zor olmamalı."

Yatağın ucuna geldim dizlerimin üzerinde ve onun yüzüne baktım, "sana Meriç nasıl dedim orospu çocuğu," dayanamıyordum artık onun bu zorbalıklarına.

Ellerini cebine soktu ve benim gözlerimin içine bakarak, "o yok Buse, ben varım artık," dedi. Sinirle hırladım ve yakasına yapıştım. Ayağım eskisi kadar acımıyordu.

"Seni öldüreceğim Erdinç, senin ölümün benim ellerimden olacak!"

Odaya giren iki koca adam beni kollarımdan tuttular ve Erdinç pisliğinden ayırdılar beni.

Büyük bir sakinlikle takım elbisesinin yakalarını ve kravatını düzeltti.

"Bu hareketler sana hiç yakışmıyor Buse'ciğim," elini yüzüme yaklaştırıp yanaklarımı hafifçe sıktı ve ekledi, "şimdi sakin ol ve şu pis elbiselerinden kurtul, o orospu çocuğu için değmez bu kadar çirkinleşmek."

Adamlara kaşlarıyla beni götürmelerini işaret etti, kollarımdan tutarak beni götürmeye çalışan adamları sözlerim ile durdurdum.

"Meriç'e bunu söylemek için fazla zavallısın."

Yüzünü buruşturdu Erdinç, "ne demek bu?"

Aynadaki yansımamı gördüm, yüzüm hep çamurdu, saçlarım taranmamış ve çok bakımsız duruyordu. Kendimden korkmuştum. Beyaz elbisem artık siyahlaşmıştı çamurdan.

Yüzüne baktım, "annen nerede Erdinç?"

Alnının ortası kırıştı, tek kaşını havalandırdı ve devam etmemi bekledi.

Halsiz ve yorgun bir kahkaha attım kafamı sağa sola sallarken, "evet cevabını bekliyorum," adamlar kollarımı bıraktı, serbest kalmıştım ama gitmemişlerdi.

Ekledim, "cevabın yok değil mi?"

Sözlerimi kesti, "annem öldü benim," kahkaha attım. Gerçekleri bilmiyordu, ama ben biliyordum.

"Mezarını bile nerede olduğunu bilmiyorsun, sence gerçekten öldü mü?"

Biraz önce düzelttiği kravatını çıkarıp bir kenara fırlattı, terlemeye başlamıştı.

"Ne demek istiyorsun?" Dedi.

Karşısına dikildim ve gözlerinin içine baktım, kaygı vardı gözlerinde. "Senin annen kötü yolda Erdinç, babanda bunu çok iyi biliyor sorabilirsin. Baban seni kandırmak için öyle söyledi, kaç yaşındaydın annen öldüğünde? Pardon sana öldü dediğinde? Beş mi? Ya da sekiz?"

SAPLANTI ÂŞKWhere stories live. Discover now