twenty two

3.3K 200 56
                                    

Elimdeki biletin kenarlarını buruş buruş ederken kolumdaki saati saniyede bir kontrol ediyor ve bir türlü geçmek bilmeyen zamana karşı oflayıp duruyordum.

Doğru bir karar vermiştim.

Normal bir yaşantım olacaktı, ruh hastası olmadığım bir yaşantım.

Buradan çok uzaklara gidecektim, yeniden üniversiteye hazırlanacak, sıradan bir üniversite öğrencisi olacaktım.

Belki, başka birini sevecektim.

Sevmeyeceğimi bile bile deneyecektim işte.

Telefonum bir milyonuncu defa çalmaya başladığında ekranda Yein'in adını görmeyi beklerken onunkini görmek tüylerimi diken diken etmişti.

Boğazım birden bire kurumuştu, parmaklarım aramayı yanıtlamak için harekete geçmişti fakat kendimi tuttum.

Öyle zor tuttum ki.

Telefonu açıp, bağıra çağıra ağladıktan sonra beni buradan almasını ve birlikte gitmemizi söylemeyi o kadar istiyordum ki.

O gün, Jungkook'un beni tutan kollarına karşı büyük bir güç sarf ederek ayrılmıştım o evden. Daha sonra garajda duran arabanın tekiyle eve gitmiş, Yein'in tüm sorularını duymazdan gelerek eşyalarımı toplayıp yaptığı her şey için teşekkür etmiştim.

Beni bulma ihtimallerine karşı aldığım arabayı evin önünde bıraktıktan sonra taksinin tekine atlayıp havaalanına gelmiş ve en yakın Amerika uçağına tek yön bilet almıştım.

Düzeltecektim her şeyi.

Kendim için yaşayacaktım.

Böyle karar vermiştim fakat neden Jungkook'u yüzüstü bırakıyormuşum gibi hissediyordum ki?

O beni sevmiyordu.

Her ne kadar öyle hissetsem de, öyle inansam da sevmiyordu işte.

Keşke şimdi, şurada, tam karşımda olsaydı ve beni gerçekten sevdiğini söyleyip, birlikte uzaklara gitmemizi, normal bir yaşantımız olacağını söyleseydi.

Böyle şeylerin filmlerde ya da kitaplarda gerçekleştiğini bilmeme rağmen saçma sapan bir umutla beklemiştim işte bunu.

Kapının açıldığına dair anons yapıldığında elimde hala çalan telefonu kapatarak ayaklandım ve sırt çantamla birlikte kapıya yürümeye başladım.

Biletim ve kimliğim kontrol edildiğinde olabildiğince yavaş adımlar atıyordum, belki, Jungkook bir anda kolumdan tutardı, kim bilebilirdi ki.

Benim ölü halimi bile güler yüzle karşılayan hosteslere baş selamı verdikten sonra 16F'ye ilerlemeye başlamıştım.

Sırt çantamı baş üstü dolabına koyup yerime geçerken kulaklığımı çözmeye çalışıyordum.

Uçak yavaş yavaş doldukça benim umudum da bitiyordu.

Artık çok geçti, uçağın karşısına geçip durduracak gücü olsa bile bunu yapmazdı zaten.

"Pardon hanımefendi, orası benim yerim."

"Harika, şimdi de gaipten sesler duyuyorum ama burası benim yeri- JUNGKOOK?!"

O kadar yüksek sesle bağırmıştım ki, uçaktaki herkesin gözleri ayıplarcasına bana çevrilmişti.

Umurumda olduğunu söyleyemezdim.

Hayal görmüyordum.

Şoktaydım.

Jungkook, buradaydı işte.

"Tanrım," dedim, kollarımı ona uzatıp yanıma gelmesini sağlarken.

"Buradasın."

Birbirimize sıkı sıkı sarılırken bile burada olduğuna inanamıyordum.

Yüzünü boynuma saklayıp nefes alırken "Tabii ki." diye mırıldandı.

"Tabii ki buradayım, yanındayım."

Ağladığımı bile onun ağladığını görmemle anlamıştım.

"Neden?" dedim, hayretle.

"Neden buradasın? Gidiyordum işte, her şey daha güzel olacaktı, senin için."

Gözyaşlarını arasında öyle bir güldü ki, acısını iliklerime kadar hissettim.

"Sensin, her şeyi güzel yapan. Nasıl böyle düşünebilirsin?"

Omuz silktim, gözyaşlarımı silerken.

"Beni sevmiyor-"

"Seni seviyorum, Rae Hwa."

Çatık kaşlarına, yaşlı gözlerine ve hayretle aralık duran dudaklarına baktım.

"Seni seviyorum, anlamıyor musun?"

Öylece baktım ona. Yani cidden, öylece.

Güldü.

"Amerika'da uzun bir tatil yapacağız sanırım. Her şey daha güzel olacak, söz veriyorum."

Kolumu tutup ayağa kalkmamı sağlarken, 'hani Amerika'ya gidiyorduk' diyecektim ki, bize doğru gelen sarışın hostes yerlerimizin hazır olduğunu söylediğinde bilmem kaç saatlik yolu ekonomi sınıfında gitmeyeceğim için sevinmiştim.

My Own♧JungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin