•never be alone•

179 33 13
                                    

yoongi'nin hayatı, onunla tanıştığından beri inci çocuk sayesinde oldukça hızlı ve güzel geçiyordu. birlikte geçirdikleri her bir dakika fazlasıyla özel ve değerliydi. öyle ki tüm bu anları saniyesi saniyesine kaydedip bir kavanozun içinde saklamak istiyordu. yaşadıkları bir anı bile unutsa ne büyük kayıp olurdu onun için, tüm neşesinin kaynağıydı çünkü onlar.

deniz kıyısında olan buluşmaları başlarda aralıklı olsa da son zamanlarda ikisi de gece yarısından kısa bir süre sonra her zamanki yerlerinde oluyorlardı. yoongi hava kararır kararmaz denize gitmesine rağmen jimin bazen oldukça geç geliyordu. bunun nedenini bir kere sormuş fakat jimin'den ağzında gevelediği geçiştirici birkaç kelime dışında cevap alamayınca bunu sormanın haddine olmadığı kanısına varmıştı.

yaşadıkları dünyalar birbirinden oldukça farklı olmasına rağmen çok iyi anlaşıyorlardı. jimin kibar, komik ve anlayışlıydı. aynı zamanda o kadar iyi bir dinleyiciydi ki konuşmaktan hiç hoşlanmayan yoongi bile onun karşısında saatlerce konuşabilirdi. jimin'in odak noktası olmayı sevmişti. konuşurken jimin'in gözlerinin yoongi'nin hareket eden dudaklarına kaydığını görmek bile yoongi'nin hoşuna gitmişti. gece yarısından sabahın ilk ışıklarına kadar yan yana oturup akla gelebilecek tüm konulardan konuşuyorlardı. ikisi de sıkılmıyor, birbirlerinden zor ayrılabiliyorlardı. ve en önemlisi jimin, yoongi'nin istediği zaman pullarına dokunmasına izin veriyordu. böylece avuçlarındaki gökyüzü her geçen gün daha da büyüyor, sonsuza yaklaşıyordu. gökyüzünün büyüklüğünü gören çiçekleri kıskanıyorlardı bu durumu fakat yapacak bir şey yoktu. parmaklarındaki çiçekler ancak inci çocuğun öpülesi dudaklarıyla büyüyebilir ve çoğalabilirdi. yoongi o sıralar bunu dert etmiyordu. jimin'in varlığı, yanında durması ve onunla konuşması bile yoongi için bir lütufken daha fazlasını istemek açgözlülük olurdu.

yoongi gece yarısı olduğunda yine evden çıkmış, adımlarını deniz kıyısına yöneltmişti. jimin'in çoktan gelmiş ve kendisini bekliyor olduğunu görünce yüzünde oluşan ufak tebessümü saklama gereği duymadan hızlı adımlarla ona yaklaştı. "selam."

"selam, yoongi." güldüğünde kaybolan gözleriyle yoongi'ye bakarken konuştu. "nasılsın?"

yoongi, hiç yer yokmuşçasına jimin'in hemen yanına otururken iyi olduğunu belirten bir şeyler mırıldandı. bugünkü sohbet konularının ne olacağını çok merak ediyordu ve jimin'in sürekli yerinde kıpırdanması biraz sonra olacakların habercisiydi. ''bugün deniz fazla sessiz değil mi sence de?''

jimin bu soruyu sorana kadar önüne serilmiş olan maviliğin sessizliğini, yanındakinin güzelliğini seyretmekten olsa gerek, pek fark edememişti. her ne kadar içinde o çok sevdiği denize ihanet etmişlik hissinin oluşmasına engel olamasa da bunun doğru olmadığını biliyordu. ''evet, biraz öyle sanki.''

''hadi o zaman, suya girelim.''

pekala, bu oldukça yeniydi. jimin daha önce ona hiç yüzme teklifi etmemişti. açıkçası yoongi heyecandan kendisini boğmaktan korkuyordu bu yüzden teklifi kabul etmekte tereddütlüydü. fakat jimin, yoongi'nin cevabını beklemeden suya dalmıştı. karşısında bu kadar güzel bir yüzücü varken ölmeyecek kadar bildiği, olmayan yüzme yeteneğini göstermeye utanmıştı yoongi. sadece oturup o ana kadar gördüğü en güzel şey olan manzarayı izlemeyi düşünüyordu.

''hadisene yoongi! korkuyor musun yoksa?''

jimin'in gülerek sorduğu soru yoongi'yi birazcık sinirlendirmişti. ama sadece birazcıktı çünkü kendisine dünyanın en güzel gülümsemesini sunan bu çocuğa hiçbir zaman tam anlamıyla kızamazdı.

fear is his tear ' yoonminWhere stories live. Discover now