•heartbeat•

150 31 5
                                    

mutluluk denen şey uzun zamandır yoongi'ye uğramayan bir şeydi, ta ki jimin ile tanışana kadar. kendince zor dönemlerden geçmişti. bazı zamanlarda ise gerçekten tüm bunlara son vermek istemişti. erken yaşta yalnızlıkla tanışmıştı ve kaldırabileceğinden fazlasıyla başa çıkmak zorunda kalmıştı.

bir süre sonra alışmıştı alışmasına, insan tüm zorluklara alışırdı ama bu alışmışlık yoongi'yi delirtmeye başlamıştı. işte tam o sırada karşısına çıkmıştı jimin. onu hayata döndürmüştü, onu kurtarmıştı. bir şarkıda da söylendiği gibi gün ortasında çıkan ay misali, inci çocuk onun mucizesi olmuştu.

korktuğu karanlıklar, hissettiği yalnızlıklar ve kalbine çöreklenmiş hüzün onun bir kalp atışına bakıyordu. sırtı onun göğsüne yaslıyken sol tarafında hissettiği kalp atışları tüm bu korkularının yerini alıyor, zihni tamamen jimin ile doluyordu. sarı saçları ve parlak gülümsemesi sarmaşık misali zihninin her bir noktasına kadar büyüyordu. işte bu huzurdu.

"ne düşünüyorsun?" diye fısıldadı jimin, yoongi'ye.

karşısındaki manzara ve hissettiği rahatlık, onu derin düşüncelere sürüklemişti ve bu düşünceleri jimin bilmese daha iyi olurdu. bu yüzden başını yana çevirip göz ucuyla ona baktı. o an farkına vardığı şey ise izlemesi gerektiği asıl manzaranın hemen önlerindeki özenle hazırlanmış, rengarenk çiçeklerle dolu bahçe değil, arkasındaki özenle yaratılmış çocuk olduğuydu. çok güzel diye düşündü. jimin, çok güzeldi.

"çok güzel olan ne?" diye sordu jimin. yoongi ya sesli düşünmüştü ya da jimin onun zihnini okuyabiliyordu. umursamadı o an.

"çiçekler çok güzel." dedi gözlerini onunkilerden ayırmadan hemen önce. daha fazla onun gözlerine bakarsa kendini tutamayacağını hissediyordu. pembe ve mor çiçekler ona göz kırparcasına parlarken yoongi onun duymayacağını umduğu bir sesle tekrar konuştu. "sen de çok güzelsin."

öyleydi. o kadar güzeldi ki yoongi onun güzelliği karşısında eziliyordu. kalbi onun güzelliğini taşıyamayacak gibi oluyordu ve düşüyordu. ona daha ne kadar düşebilirse o kadar düşüyordu.

yoongi'nin elinde hissettiği eller omuzlarına çıkıp onu arkasına döndürdü. şimdi asıl manzarası karşısındaydı ve kendisine bakıyordu. omzundaki eller güven verircesine yine ince belini kavrarken yoongi, gözlerini kırpmadan jimin'i izledi. elleri kendinden bağımsız bir şekilde jimin'in omuzlarına yerleşti. ayaklarına dokunan kuyruk onu gıdıklasa da sorun etmedi. bu hissi seviyordu.

"sen çok daha güzelsin." dedi jimin, alnını yoongi'nin alnına yaslarken. yoongi kalbinin daha önce o kadar hızlı attığına şahit olduğunu sanmıyordu. birkaç saat önce bir anlığına dudaklarında hissettiği dudaklar bile bu kadar heyecanlandırmamıştı onu. eli istemsizce jimin'in saçlarına giderken hissettiği mutluluğu tarif edemezdi.

"sana bir şey göstermek istiyorum." dedi jimin geri çekilerek. yoongi tam ne olduğunu soracaktı ki jimin onu tekrar kendine çekmiş, kuyruğunu hareket ettirerek suda ilerlemelerini sağlamıştı. yoongi'nin, jimin'in göstereceği şey hakkındaki düşüncelerinin yerini suyun içinde dalgalanan sarı saçların güzelliği almıştı ilerlemeye başladıklarında. sanki o denize değil, deniz ona aitti. öyle güzel bir ahenk içindeydi ki suyla, bir an onun gerçek olmadığını düşündü yoongi. ama gerçekti ve birkaç nefes ötesindeydi sadece.

yoongi'nin ayakları ışıltılı kumlarla buluştuğunda merakla jimin'e baktı. dakikalardır uzaktan izledikleri bahçe şimdi ayakları altındaydı. pembe ve mor renkteki çiçekler arasında kaybolmuşlardı. jimin'in kuyruğunun mavi renkteki ışığı çiçeklerin pembe tonlarındaki ışıltılarıyla karışınca ortaya çıkan renk yoongi'nin çok hoşuna gitmişti.

fear is his tear ' yoonminWhere stories live. Discover now