•two men in love•

164 36 5
                                    

tam radyoyu kapatmak üzereyken daha önce duymadığın fakat o an hoşuna giden bir şarkı, bilmediğin bir şehirde karşına çıkan o kitapçı, kurumuş çiçeklerin arasından gülümseyen mor yapraklar, gökyüzünde seni dinleyecek hiçbir yıldız kalmadığında senin için her zaman orada olan ay ve her şeyin bitmesini istediğinde yeni bir başlangıç vaat eden inci çocuk... sayesinde  yok olan korkular, umutsuzluk ve yalnızlık... bir gülüşüyle geçen kalp ağrısı, bir dokunuşuyla tamir olan can kırıkları... inci çocuk bunları kendisine bahşederken yoongi nasıl olurdu da ona aşık olmadan durabilirdi? onu canından çok sevmeden nasıl ona hak ettiği değeri verebilirdi? sevmeliydi yoongi, çokça sevmeliydi inci çocuğu.

öyle de yaptı. her geçen dakika daha çok sevdi. ona belli etmeden öptü deniz kokan saçlarından defalarca. üstüne dünyanın yükü binmiş olsa da yoongi için her zaman hazır bekleyecek olan omuzda dinlendirdi başını, sayısız öpücük bıraktı oraya.

seviyordu sevmesine ama her geçen gün daha zor geliyordu inci çocuğa dokunmak. dokunmaya kıyamamak mıydı bu, yoksa hislerinin karşılığını alamama korkusu mu? inci çocuk, onun her şeyi olurken yoongi ona göre neydi? bilmiyordu, fakat emindi ki onun için sadece bir görevden fazlası olmak istiyordu.

ve işte yine, her zaman olduğu gibi mavi bir ışık, suyun içinden göz kırpıyordu ona. laftan anlamaz kalbi ise yüzlerce kilometre koşmuş kadar hızlı, inci çocuğun duyabileceği kadar sesli atıyordu. ezberlenmiş bir tiyatro sahnesiydi artık bu an; jimin suyun yüzeyine çıkıyor ve kendini kıyıya çekiyordu. daha sonra yoongi, yanağında ıslak bir öpücük hissediyor, sudan çıktıktan sonra anında kuruyan ve tel tel olmuş sarı saçlardan yayılan deniz kokusu burnuna dolarken gözleri bir kez olsun jimin'den ayrılmıyordu. ikisi de konuşmuyordu zira yoongi'nin ayaklarına, jimin'in ise kuyruğuna çarpıp geri kaçan dalgaların sesini dinler ve parmak uçları birbirine dokunurken söylenecek hiçbir şey yoktu. birçok şey zaten konuşulmuştu.

fakat o gün inci çocukta bir gariplik vardı. yoongi'yi görünce çiçekler açan yüzü o gece biraz hüzünlüydü, gözleri kırgın bakıyordu sanki. yoongi herhangi bir işaret görme umuduyla gözlerinin içine baktı inci çocuğun, o ise gözlerini kaçırdı. yine sustular fakat yoongi bu sessizliği hiç sevmemişti. jimin ile iken sessizliği sevmiyordu. o hep konuşsun, meleksi sesi bir an eksik olmasın istiyordu kulaklarından.

yoongi can sıkıntısıyla bir denize bir jimin'e bakmaya başlamıştı ki ayaklarına dokunan kuyrukla irkildi. "bugün sessizsin." dedi jimin.

o göz ucuyla yoongi'yi süzerken yoongi vücudunu tamamen jimin'e çevirmişti.

"sen de konuşmuyorsun bugün." diye mırıldandı yoongi. bir anda parmakları çok ilgi çekici gelmiş olmalıydı ki jimin'e bakmak yerine parmaklarıyla oynamayı tercih etmişti.

"bugün seni dinlemek istiyorum, hep ben anlatacak değilim ya." dedi jimin. sesinden gülümsediği anlaşılıyordu.

"sana her şeyi anlattım çoktan."

yalan. sana seni ne kadar çok sevdiğimi anlatmadım. sana ne kadar aşık olduğumu ve seni çılgınlar gibi öpmek istediğimi de anlatmadım.

"pekala, o zaman manzaranın tadını çıkaralım."

yoongi bunun canını bir nebze  yaktığını itiraf etmeliydi. jimin'de bir sorun olduğunu anlamıştı ve bu sorunu kendisine açıklamalıydı. canını sıkan şeyi yoongi'ye anlatmalıydı çünkü yoongi ona daha önce kimseye olmadığı kadar açmıştı içini.

"neden her gece buraya geliyorsun?" diye sordu yoongi. bu gece aralarına sessizliğin girmesine izin vermeyecekti. eve gidip yatağına girdiğinde keşke demek istemiyordu.

fear is his tear ' yoonminWhere stories live. Discover now