| hambre

195 23 43
                                    

"Seni adi!"

"Gitti."

Kolumdan tuttu genç çocuk.

"Buna nasıl izin veriyorsun?! Bırak beni"

"Ben yapmadım. O patronum. Üzgünüm yapabilecek hiçbir şey yok."

"Ellerimi çöz ve kaçmama yardım et. Bana sahip olunca ne olacak? Lütfen."

Ayağa kaldırılıp bir yere doğru sürükleniyordum.

"Sana yalvarıyorum."

Duymamazlıktan geliyordu.

"Uyuşturucu içildiği zaman direk etki göstermez ki hapla olsa."

Belki bunu duyardı ama olmadı. Durdurulduğumda ellerimdeki ip söküldü. O an ellerimi biraz sıvazlama derdindeydim. Hiç gözümü açmak gibi bir derdim yoktu, kaçmak veya Jaemin'in babasını görmek gibi.

Kolumdan tutulup tekrar bir yere güçlü bir şekilde çevrilirken işte o an itip gözümdeki bandı çektim ve yere attım.

"Beni rahat bırakın. Bir öğretmen olduğumun farkında olun. Eğer odanın dışındaysa o pis herif bu söylediklerimi umarım... duyuyordur."

Bir iki adam gelip zar zor zapt ederken kapının dışında kahverengi saçlı gülücük saçan bir adam duruyordu.

Kollarım bağlandı tekrar, bu sefer bir yatak başlığına dayalıydı. Ne kadar direnmeye gerek vardı?

Fazla mı, daha fazla mı? Hiç.

Kapı kapandı ve kapının önünde duran, bulunduğum yere doğru çoktan yürümeye başlamıştı. Gözümden tek tek yaşlar akıyordu. Yerden bandı aldı ve yanıma ulaştı.

"Bandı çıkarıp atmamalıydın."

Diğer tarafa döndüğümde kendine çevirdi yüzümü. Ve bandı yavaşça gözümü silip taktı.

"Gözyaşların daha çok zevk almama yarıyor. Direncin sonucu her gün birleştiğin yer olacak burası."

Dönecekken kolumu sabitledi ve bir iğne girdiğini hissettim.

"Gören her gün birine eroin yüklerim böyle... Bunu tekrarlamamı istersen tabi ki olur."

Vücudumu tamamiyle baştan başa kaplayan sıcaklık ve yanma hissi ile daha çok ağladım.

"Sana suda toz halinde vermek istemedim. Suyun içine koyduğum sadece biraz enerji vermek için toz olabilir. Ama o enerjiyi yok ettin."

Dilim tutulmuş ve beynim tamamiyle uyuşmuştu. Neden ağladığımı bile unuttum.

"Konuşurken sevmem ama istersen olur."

Dalga geçermiş gibi söylediğinde kahkaha bıraktım. Dünya ile aram soyutlanmış gibiydi, ağlayamıyordum. Konuşanın bana yapacakları umrumda değildi.

Dudakları dudaklarıma değdi. Bir iki saniye sonra üzerimde daha fazla sıcaklık hissettim. Sanki olanlar mükemmeldi ve bundan memnunmuşum gibi zevk alıyordum.

Her ne kadar utanç verici olsa da karşılık istemsiz verdim. Bandı çekti.

"Yerinde olsaydı gözlerinden öperdim."

Göz kapaklarımı öptü.

"O hissi vermiyorsun,"

Ardından boynuma ilişti.

"veremeyeceksin."

|||

Gece her ne olup bittiyse sabah kalktığımda geceye dair tek bir şey vardı.

Oda temiz, bileklerim bağlı değil ve sadece bedenim bir çarşafla örtülü. Tek geceye dair bu vardı.

Hatırlamıyordum. Verilen eroinden sonra kendimden geçtiğimi hatırlıyorum. Devamı yok.

Kenarda yeni kıyafetler katlanmış, bedenimde  boynumda, bileklerimde morluk duruyordu.

Bileklerimdeki morluk iplerdendi ama boynumdaki... bedenimde ona ait olan bir iz oradaydı. Kötü şeyler yapmadıysa(k) neden çıplaktım?

Kapı tıklandıktan sonra dışarıdan bir ses geldi.

"Bay Jaehyun sizi kahvaltıya bekliyor. Duş alıp aşağı inmenizi emretti."

Emretti ne? Tanrı bana bunu diyordu. Komik.


Ayağa kalktığımda midemin bulantısından zar zor banyoya girdim. Bir ağız dolusu kusmamın sebebi eroindi. Yemek yememiştim zaten ve beynim olduğu yerde dönüp takla atıyordu.


Artık kirlenmiştim, büyük bir tiksintilik veriyordu bana kendimden.  Soğuk duş altında kendime gelmeye çalıştım ama o kadar dağılmıştım ki bir daha asla bir araya gelmezdim.


Verilen kıyafetleri giyip kapının önünde beklemekte olan birine yarı hayatta yarı toprakta olan halimle sordum.

"Nerede o pislik?"

"Pislik çöpte. Ama patron aşağıdaki yemek salonunda. Dejun sana bakmalı ama neyse Dejun'nun köpeğiyim ben... sen gitsene aşağı."

Baygın bir şekilde aşağı merdivenleri adımladım ve gözümün önünde duran yemek salonuna giriş yaptım.

"Gecen nasıldı?"

Dalga geçermiş gibi koca masanın başında gülerek yemeğini bıraktı.

"Eroinden dolayı hatırlamıyorum ve hatırlamak istemiyorum. Kafamı bir şeyler kurcalasa da... Şimdi amacına ulaştın, gitme vaktim geldi. Kıyafetlerimi almam gerek, aldıktan sonra sana bunları sana veririm. Merak etme, dezenfekte edip çöpe atarım evime ulaştığımda kıyafetlerimi."

"Kendini bana hayran bıraktırıyorsun. Geç otur, ne istiyorsan hazırlasınlar."

"Teşekkür ederim ben evde kendime istediğim şeyler hazırlarım."

"Senin evin burası. Alış artık."

Masaya ellerimi koydum.

"Bana verdiğin eroini unuttum, ellerimi bağlayıp tecavüz ettiğini unuttum, işkence ettiğini saymıyorum, aç ve sussuz bıraktın, istediklerini yerine getirip kendini tatmin ettin ve ben kendi evime, arkadaşlarıma dönmek istiyorum. Tüm işin bitti üstümde. Mahvoldum, başardın."

Dilini şaklattı.

"İstediğim yerine gelmedi, üstünde işim bitmedi. Tatmin etmek farklı,  istek değil. Benim isteğim seni yok etmek. Tatmin ettiğimde sen yok olmadın. Ve yok olmanın içinde tatmin etmek var unutma. Şimdi karşıma geç ve otur."

"Ben senin karın yerine geçemem, sana bir evlat veremem ama özür dileyebilirim. Kendi suçum her ne kadar az olsa da..."

"Özrün bana karşı bir şey yapmanı gerektirir. Bunu da yapmanı sağlıyorum. Sen bana çocuk veremezsin ama çocuktan daha çok şey vaat ediyorsun. İntikam alma gibi."

Masadan sandalyeye kaydı ellerim. Biraz gözlerim karardı.

"Sen gerçekten... seninle..."

Dünya tamamiyle kapandı sanki. Sandalye benimle birlikte yere düştü. Sonra acı ile midemi tuttum. 48 saatten fazla aç durmak bana ve mideme iyi gelmemişti. Hem de hiç.

in the fourth minute | dojaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin