Bölüm 1

47 9 7
                                    

Güneş tenimi yakmıyor o güzel kitaplardaki gibi. Akıllı olacaksın biraz perdelerim kapalı. Yinede çıkmıyorum yataktan, yinede alarmdan önce uyandım gördüğüm kabus yüzünden. Yinede fazla geliyor bana bileklerimdeki damarlar. Yinede yanıyor işte canım, hem de sabah uyanıp uyanamamış olmayı dileyecek kadar. Sahip olduğum büyük nimetlere şükretmek yerine üzülecek kadar işte. Sadece bu sabah değil, sadece bu sabah olsaydı dinlenirdim sadece. Her sabah.
Pastel renklerden oluşan odamda pembe perdelerim ve mavi yatak örtüm bana gülümsemek istiyor aslında ama izin vermiyorum. Komik bir şey mi var? Sanmıyorum. Bu kadar beyazın içinde simsiyah yatıyorum burada. Tam şimdi bütün mobilyalarıma gülümsemeyi yasaklıyorum. Mobilyalar bile gülümseyebilirken ben yapamıyorum bunu. Haliyle zoruma gidiyor tabi. Çünkü sen bir eşyasın, ne anlarsın ki acıdan? Öyle gülümsek kolay tabi değil mi? Değil aslında biliyor musun? Bilmiyorsun biliyorum. Öyle hiç acı çekmemiş gibi gülümsemek zor. Hayatta zor zaten. Öyle odamın içinde durup içinde bütün kıyafetlerimi saklarken ve görebildiğin tek şey aralık kalmış perdemden görebildiğin kadarıyken bilemezsin zaten bunu. Dışarıdan bakınca çok güzel her şey biliyorum, bende öyle diyorum dışarıdan baktığım bütün hayatlar için. Ama bir tanesinin içindeyim ve hiç beğenmiyorum. Gülümseyemiyorum çok fazla ağlamak gerektiği için. Ve gözyaşlarım ısrarla bitmediği için. Sadece kalbim asla hızlanmadığı ve giderek yavaşlamak istediği için ve durmak en sonunda.
Tuhaf bir melankoliden oluşuyor bütün bedenim. Annem haklı olmalı mutlu olmalıyım yaşadığım bu mükemmel hayatta. Senin durduğun yerden bakınca benimki bile mükemmel gözüküyor inanabiliyor musun? Ben inanamıyorum açıkçası. İnanmak istemediğimdendir belki de. Belki de sadece kabullenmek istemediğimdendir. Bir işim var, güzel bir evim var, yakışıklı bir sevgilim var. Daha ne isteyebilirim ki değil mi? Bütün monotonluğu ve sıkıcılığıyla yaşamalıyım bu güzel hayatımı çünkü sahip olunması gerekenlere sahibim. Sahip olunması gerekenlere mi? Bir yasa mı bu? Hayata geliş amacımız bu kadarcık mı yani? Olamaz değil mi? Otuz yaşına gelmeden iki çocuk yapmalıyım, elli yaşında emekli olunca bir sahil kasabasına yerleşip kendi domateslerimi yetiştirmeliyim. Çünkü yapılması gereken bu değil mi? 
Mükemmel olması için planlanmış hayatımın içine sıkışıp kalmalıyım. Bütün sıkıcılığını görmezden gelerek ve hiç içimden gelmediği halde gülümseyerek yaşamalıyım. Annemde böyle mi yaptı? Sanmıyorum. O her zaman güzel hayal dünyasının içinde yaşaya kadın oldu. Ben neden böyle yapıyorum? İnsanlar mutlu olmalısın diyor ve ben daha çok üzülüyorum mutlu olamadığım için. Mutluluğu çok mu abartıyorum? Eğer şu an gerçekten mutlu olmam gerekiyorsa, yani mutluluk dediğimiz şey buysa eğer ben yaşamaya devam etmek istemiyorum. Ben abartmıyorum duyguları sizler çok basite indirgiyorsunuz. Acı kalbini yakıyorsa acıdır, mutluluktan ağlıyorsanız mutlusunuzdur ve eğer onu görünce kalbiniz deli gibi atıyorsa ve titremeye başlıyorsa elleriniz ona aşıksınızdır. Duygular böyledir, abartılıdır ve hakkını vererek yaşanmalıdır.
Daha azıyla yetinmeyin. Daha azı yok çünkü. Kalbiniz deli gibi atmıyorsa ve titremiyorsa elleriniz aşık değilsinizdir sadece aşık olmak istiyorsunuzdur. Kalbiniz yanmıyorsa o kadar da büyük değildir acısı. Ve hiç dolmadıysa gözleriniz mutluluktan hiç gerçek bir mutluluk yaşamamışsınız demektir.
Onu ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. Büyük kahverengi gözlerinin muzipliği kalbime dokunan en önemli özelliğiydi. Kocaman kahverengi gözleri çok güzeldi ve çok uzaktan bile görebileceğiniz özgüvenini de unutmayalım. Geniş omuzları tam kafamı koymalıktı, görmüştüm bunu. O dünyanın en komik ve çekici adamı, adamıydı. Onun yanında gülmek çok kolaydı. Aksini kabul etmediği için falan değil gerçekten komik bir adam olduğu için. Saçma esprilerini yapmaktan hiç vazgeçmediği için. Size gülmekten başka bir seçenek vermiyordu dur durak bilmede anlattığı şeyler. Bir insanın bu kadar çok konuşabilmesi hep tuhaf gelmişti bana. Yani insan biraz yorulur. Ya da belki anlatacak şeyleri biter çünkü bu kadar şeyi hangi ara yaşadın sen.
Ezgi'nin beni sürüklediği kafeye gitmiştim ve masadaki hiç kimseyi tanımıyordum. Zaten hiç gitmekte istememiştim ama insan yakın arkadaşına hayır cevabını kabul ettiremiyor işte. Hele de arkadaşınız Ezgi gibi istediği her şeyi alabilen bir kadınsa. Ben olsam o kadar uğraşmazdım mesela. Çünkü ne gerek var. Yine de onun için gerek vardı ve bu yüzden sürüklemişti beni oraya. Tanımadığım o insanların hepsiyle tek tek tanışırken sıra ona geldiğinde bütün dünya durdu bizim için. Aynı filmlerde gördüğümüz ağır çekimdeki o sahneler gibi. Dünyanın en güzel masalı. Rüzgarın saçlarımı savurduğu anı hala hatırlıyorum. Hissediyorum o rüzgarı şu anda bile. Ama şimdi aynı rüzgarda savrulup gidiyormuşum gibi hissediyorum. Saçlarım değil acılarım savruluyor o rüzgarda görüyorum. Umutlarım ve hayallerimde.
Masalların neden bittiğini anlıyorum şimdi. Keşke hiç anlamasaydım. Tanıyarak sevdim ben onu. Önce gözlerini sonra her şeyini sevdim. Deli cesaretim değildi o benim, hiç olmadı. Güzel günlerimiz oldu. Kapımda çiçeklerle belirdiği günlerimiz. Romantik akşam yemeklerimiz oldu, güzel öpüşmelerimiz oldu. Ağlarken bana sarıldığı zamanlarda oldu itiraf ediyorum. Hayat böyle işte küçük küçük resimler birleşiyor ve geçmişinizi oluşturuyor. Güzel resimlerimiz oldu bizimde. Asla unutamam kahkahalarımızı, resimlerin en güzeli onlar. Yinede bende kurtulmak istedim bileğimdeki damarlardan bir resimde. Ölmek istedim sanki hiç doğmamış gibi. Fazla hissettim kendimi sanki olmamalıymışım gibi. Yok olmak diye bir şey var varken bile aslında yok olanların gerçekten yapmak istediği. Bende istedim, yorulduğum için değil hep oturduğum için. Her yere geç kalan ve asla koşmayan bir kadın olduğum için.
Bazen güne yeni başladığımda günün nasıl biteceğini bilemiyorum. Bazen de günün sonunda günün bitişini kabullenemiyorum. Yinede hiç doğmamışım gibi ölmeyi kabullendim. Ben bu noktaya yalnız gelmedim. Beni de ittiler ben hiçbir şey değilmişim gibi. Beni de değersiz hissettirdiler. Keşke hiç doğmasaydım dedim. İşte o cümleyi hiç kurmayacaktım, ondan sonra bu noktaya geldi her şey. 
5/201
Sonrası malum. Bileğini kesen bir kadın, yerde küçük bir göl oluşturan kan. Soğuk, hiç üşütmeyen bir soğuk hem de. Huzuru damarlarından akan kanın oluşturduğu o küçük gölde gören kadını üşütemeyecek bir soğuk en azından. Ölüm değil kurtuluş. Yanlış yollarda yürümemek adına yok oluş. Yavaş yavaş kapanan gözler, istemsizce titreyen eller ve yok olan acılar. Büyük küçük bütün acıların yok oluşu. Kış gelince yok olan çiçekler. Dökülen yapraklar değil sonbaharda rüzgarda savrulan yapraklar. Çok sıcak bir yaz günü nefes alamamak gibi sadece daha kısa süreli ve en sonunda sonsuza kadar. Ölüm. Kısa bir şiir. Ve sadece bir son. Güzel, çirkin, büyük, küçük her şeyin bitişi. Vazgeçmek değil sadece bu kadarının yetmesi. Ölüm güzel hikayelerin sevilmeyen sonu.
Benim gitmek istediğim ve gidemediğim. Senin gitmek istemediğin belki ama en sonunda hepimizin gideceği. Yok oluş. Bütün duygularımızla, hayallerimizle ve umutlarımızla birlikte büyük bir yok oluş. Çok büyük yinede kimsenin fark etmediği bir yok oluş.
Beni koydular çarpının üstüne senin yerin burası dediler, durmak istemedim. Orada öylece beklettiler gitmek istedim ama bir türlü gidemedim. Bazen bacaklarım dinlemedi beni, bazen de ben dinlemedim kendimi. Beni dinlemeyenler sadece onlar değildi yani, bende bıraktım dinlemeyi bir noktada. Tam olarak hangi noktada bende bilmiyorum onu. Yinede onlar itti beni oraya bende ölmek istedim. 
Sadece orada durmamak için değil hem de, artık nerede durmak istediğimi bile hatırlayamadığım için. Kendimi dinlemeyi bırakalı çok olduğu için. Kaç ömür olmuş bilmiyorum bende. Ama çok olmuş biliyorum. Artık farklı bir dilde konuşuyor kalbim, duyuyorum ama anlayamıyorum.
Aşkın ömrü bir yıl galiba. Masal gibi günler geçti gitti sonra gözyaşlarım kaldı elimde. O ikinci yılı hiç yaşamayacaktık belki de. Büyük bir çikolata alıp sadece iki parça yiyip kalanını bırakan insanları anlıyorum şimdi. Her şeyi aslında bize hala güzel geliyorken bırakmak gerekiyor. Sonuna kadar geldiğimizde her şey sadece karın ağrısı oluyor. Yine de yerken çok güzeldi.
Sık sık konuşurum kendi kendime. İnsanı en iyi kendisi dinlemiyor mu sonuçta? Ama bir noktada bende kabullendim artık konuşacak başkalarına da ihtiyacım olduğunu. Anlatmak istiyorum. Birileri beni de dinlesin istiyorum. Akıl almak istiyorum yaptığım hiçbir şey doğru gitmezken. Üzgün olduğum gecelerde sarılarak uyumayı hiç sevmediğim halde sarılarak uyumak istediğim adama anlatmak istiyorum aslında bütün derdimi ama anlatamıyorum. Size anlatmakla ilgili en önemli şeyi söyleyeyim mi? Karşınızdakinin sizi gerçekten dinlemek istiyor olması gerekiyor. Oysa Fatih beni hiç dinlemek istemiyor, belki de bu yüzden sarılıyor bana ağlarken sadece susmam için.
Küçük bir soru işaretim var. Hep mi böyleydi? Konuşmayı bu kadar çok seven adam en başından beri mi sevmiyordu beni dinlemeyi? Belki de beni dinlememek için konuşuyordu hep hem de en başından beri. 

KAHRAMANWhere stories live. Discover now