Bölüm 4

27 2 0
                                    

Ezgi'yle buluşmak için hazırlanmaya başlıyorum. Kaç hafta olmuştu Cuma akşamı çıkıp kafa dağıtmayalı? Ezgi'yi kendimden itmeye ne zaman başlamıştım onu da bilmiyorum mesela. Ama yaptığımın yanlış olduğunu biliyorum. Benim bir arkadaşa ne kadar ihtiyacım oluyorsa onunda o kadar oluyor. Onu yalnız bıraktım, kendim için hem de. İşin komik tarafı bunun bana hiç faydasının olmaması.
Yavaş yavaş kendime geliyorum sanki, belki de kendimi buluyorum demeliyim. Işık görebiliyorum artık tünelin sonunda. Umut var, sadece savaşçı olduğum için değil artık bu savaşta yara alıp yatan o kız olmak yerine gerçek bir savaşçı olmaya karar verdiğim için. Savaş haksızdı, ben gerçek bir savaşçı değildim hiç olmamıştım. Ama artık olacağım, gün gelecek çıkartıp atacağım bu saati, bende öğreneceğim yara izlerimle dalga geçmeyi. Bir kadın olmayı öğreneceğim. 
Gerçek bir kadın olmaktan bahsediyorum. Yara izlerini saklamaktan korkmayan. İyi bir evlat olan, işinde iyi olan, iyi bir sevgili sonra iyi bir eş ve vakti gelince de iyi bir anne olan kadın olacağım. Her biriniz gibi yani. İyi bir insan olmanın ne demek olduğunu bilen kadınlardan olacağım. Gücümü sizlerden alacağım. Tecavüze uğradığı halde korkmayanlardan, babasının önüne koyduğu bütün engelleri aşanlardan, sırf bir kadın olduğu için trompet çalamayacağı iddia edilmiş sizlerden alacağım gücümü. Her biriniz en iyisini yaptınız biliyorum ve şimdi de her birimize aktarıyorsunuz gücünüzü.
Çiçekli bir elbise giyiyorum. Tabi ki açık bırakıyorum küt saçlarımı. Kakül mü kestirsem acaba? Biraz değişiklik çok iyi olur aslında. Biz kadınlardaki bu saçlarımızla oynama aşkı nedir değil mi? Güzel oluyor ama. Tam değişmek ve değiştirmek istediğimiz zamanlarda aynada da bu değişimi görmek güzel hissettiriyor. İşe bir noktadan başlıyoruz işte ve o nokta çoğu zaman saçlarımız oluyor.
Değişimi kabulleniyoruz iliklerimize kadar. Gelişiyoruz, güzelleşiyoruz her geçen gün. Daha iyi bir insan olmak adına bir sürü adım atıyoruz. Zaman zaman hatalarda yapıyoruz, bazıları küçücükken bazıları da çok büyük oluyor ama yinede vazgeçmiyoruz yürümeye devam etmekten. Korkmuyorum demiyorum, iliklerime kadar hissediyorum korkuyu. Yürüdüğüm bu yollarda çok kötü bir insana dönüştüğümü fark ediyorum, sırf bu yüzden durmakta istedim zaten, bu yüzden kurtulmak istedim bileğimdeki damarlardan yine de ölmedim. Bu gerçekten mucize işte. Bana hayatta kaldığımı anlatan yara izine sahibim. Belki de gerçekten mucizeyim. İşte bu yüzden, sırf bu mucize için bile ayağa kalkıp yürümeye devam etmeliyim.
Kabullenmek lazım önce. Bende kabulleniyorum her şeyi biraz yavaşım ama kabulleniyorum. Önce bütün acılarımı kabulleniyorum sonra bütün kaybettiklerimi kabulleniyorum. İnsan şu an olduğu kişiyi kabul etmeden gelişmeye başlayamaz biliyorum. İşte bu yüzden kabulleniyorum bütün kusurlarımı. Sadece biraz küçük adımlarım yine de başaracağım. Çünkü önemli olan tek şey ilerlemeye devam etmek. Koşmak zorunda değilim yeni başlamışken yürümeye.
Değişeceğim ve büyüyeceğim.
Topuklu, siyah botlarımı ve siyah deri ceketimi giyiyorum. Hafif bir makyaj yapsam da elim kırmızı ruja gidiyor bu kez. Kırmızı ruju herkes sever. 
Aynaya son bir kez bakıyorum ve evet kakül kestireceğim. 
Hala anlamadınız mı saçlarımız sadece metafor.
Evden hızla çıkıp kuaföre gidiyorum. Ani kararları hep sevmişimdir zaten. Ani kararların en güzel yanı ne biliyor musunuz? Üstünde düşünmeniz gerekmiyor. Kötü olma ihtimallerini, sonradan sizi ne kadar yoracağını kestirmek zorunda değilsiniz. Yararları ve zararları listesi yapmanıza gerek yok. Sadece o an için var oluyor her şey. O an canınız bunu yapmak istiyor ve o an mutlu olacaksınız hepsi bu. Düşünmeden konuşmayı da severim ben zaten. Size de böylesi daha gerçek gelmiyor mu, carpe diem. Hep sevmişimdir zaten bu cümleyi. Her anın tadı ayrı bir var çünkü zaman sahip olduğumuz tek şey.
Kuaföre gelip kakülümü nasıl istediğimi anlatıyorum kakül ve fönden sonra işim tamamen bitiyor. Çıkmadan önce son bir kez bakıyorum aynaya. Değişimi seviyorum. Gerçekten seviyorum. Sadece saçlarımda değil her zaman her yerde. Farklı şehirlerde yaşamayı, farklı evlerde oturmayı, farklı tarzlarda giyinmeyi, farklı yemekler yemeyi... Belki de bu yüzden seyahat etmeyi seviyorumdur. Sürekli aynı yerde durmaktansa değişmeyi ve değiştirmeyi sevdiğim için.
Her şeyin her zaman aynı kaldığını düşünsenize o zaman hayat çok sıkıcı olmaz mıydı? Hem ben dünyadan farklı bir şey yapmıyorum ki sadece değişen dünyaya ayak uyduruyorum. Fatih'le aramızdaki en büyük fark bu işte. O hep aynı kalmak isterken ben bunu istemiyorum. O hep daha çok çalışıp daha çok para kazanmaya çalışırken ben aynı okulda her gün öğretmen olacağım. Sonra evleneceğiz, bir sene sonra hamile kalmamı isteyecek çünkü hep öyle olur ya. Sonra iki çocuk ve sonra bir bakacağım ki gitmek istediğim hiçbir yere gidemeden yaşlanmış olacağım. Yirmi beş yaşındayım o kadar da genç değilim artık. Her geçen gün yaşlanırken sadece yerimde sayıyorum. Beklemeye karşı değilim ama yerimde saymaya karşıyım.
Standart bir hayat yaşayıp hayallerimin hiçbirini gerçekleştirmeden ölmek istemiyorum. Her birimizin hayattan beklentisi farklıdır biliyorum ve bende kendi beklentilerimi gerçekleştirmek istiyorum. Aslında sadece kendim için yaşamak istiyorum hepsi bu. Biraz bencilce gibi geliyor size biliyorum ama öyle değil. Her birimiz önce kendimiz için yaşamalıyız. Sürekli başkaları için bir şeyler yapmaktan bahsedip duruyoruz ama çok önemli bir gerçeği görmezden geliyoruz. Kendisine bir yararı olmayan insanın başka kimseye yararı olamaz.
Barın önüne park ediyorum arabamı. İnip etrafıma bakınıyorum Ezgi'yi görebilmek umuduyla. Bana el salladığını görünce ona doğru ilerliyorum. Siyah beline kadar saçları ve büyük güzel gözleriyle harika gözüküyor. Onun gibi uzun boylu, alımlı, güzel bir kadın olmak isterdim. Dikkat çekiyor olmak isterdim. Sadece güzel olduğu için dikkat çekmediğini biliyorum. Onun özgüveni kilometrelerce uzaktan bile gözüküyor. Bende o özgüvene sahip olmak isterdim.
"Sen." diyor bana kızgın bir şekilde.
"Söyleyeceğin her şeyi hak ediyorum, gerçekten özür dilerim." diyorum.
"Sen iyi misin?" diyor.
Bende bu kadını sürekli kendimden uzak tutuyorum işte. Belki de hayatını bu kadar kontrol edebiliyor oluşu sinirimi bozduğu için yapıyorumdur bunu. Anlatsam anlardı sonuçta. Peki ben ne yaptım? Her zamanki gibi ben anlatmadan o beni anlasın istedim. Sadece anlaşılmak istedim ama susarak. Sonra anlaşılmayınca da küsüp gittim işte. Vazgeçmek, pes etmek adı her ne ise. Ben yaptım hepsini. Aileme, arkadaşlarıma, Fatih'e, hayata... Hiçbir şeyi ve hiç kimseyi es geçmedim yani.
"Anlatacak çok şey var ama anlatacak kadar güçlü müyüm onu bilmiyorum." diyorum.
"İçeri geçelim ne zaman istersen o zaman anlatırsın." diyor.
Gülümsüyorum. İçeri geçip bir masaya oturup birer bira söylüyoruz. Sonra Ezgi hayatına giren yeni adamdan bahsetmeye başlıyor. O kadar heyecanlı ki o heyecanın nasıl bir şey olduğunu unuttuğumu fark ediyorum. Gözlerindeki pırıltı bu loş ışıkta bile belli oluyor, o ışık en son ne zaman benim gözlerimde gözüktü hiç hatırlayamıyorum. Bir şeyleri zorla yürütmeye çalışmaktan bıktım. Sadece gözlerimdeki ışık sönmedi aynı zamanda kalbimdeki yaşam enerjimde bitti.
Bende ilişkimde eğlenebiliyor olmak isterdim, bileklerimi kesmek değil. Eğer hayat size keyif vermiyorsa bir şeyleri değiştirmek gerektiğini biliyorum. Değişme başlıyorum işte bende, belki küçük bir adımla ama yinede başlıyorum. Son adımımın da ne olacağını biliyorum ama korkuyorum o adımdan.
"Ne oldu?" diyor birden beni düşüncelerimden ayırarak.
"Hiçbir şey" diyorum.
"Söyle." diyor.
Önce gülümsüyorum, gülümsememin acı bir gülümseme olduğunu biliyorum. Bu gülümsemeyle onu kandıramayacağımın da farkındayım ama ne yazık ki elimden gelenin en iyisi bu. Sonra saatimle oynayarak cevap veriyorum.
"Sadece o kadar mutlusun ki." diyorum.
Bu beni üzdüğü için değil aksine onun mutluluğu beni de mutlu ediyor ama ben en son ne zaman ona bu kadar mutlulukla bir şey anlattım? Hatırlayamıyorum bile o kadar çok zaman olmuş ki.
"Öyleyim." diyor.
Kafamı saatimden kaldırıp yüzüne bakıyorum. Kocaman gülümsüyor. Elimi elinin üstüne koyup elini sıkıyorum konuşmadan önce.
"Senin için çok mutluyum." diyorum.
Ben sadece kendime üzülüyorum, ben en çok kendimi incitiyorum. 
"Ben yeterince anlattığıma göre sıra sende." diyor.
"Anlatacak bir şey yok." diyorum hemen.
"Seni tanımasam gözlerindeki ışıltının parmağındaki yüzükle ilgisi var derdim." diyor.
Gözlerim büyüyor birden. Gözlerimdeki ışıltı mı? İlişkimde bu kadar mutsuzken mi, hiç sanmıyorum. Birden hiç olmaması gereken bir şey oluyor. İşte tam olarak bu yüzden düşünmeyi sevmiyorum. Eğer düşüncelerimi kontrol edebilseydim severdim düşünmeyi. Ama aklıma Savaş'ın gelmesini engelleyemedim işte. Ne alakası var. Ne güzel yüzü, ne güzel düşünceleri, ne yeşil gözleri... Düşünme artık, düşünme işte Ayda. O sadece bir arkadaş. Çok yakışıklı ve zeki ama sadece arkadaş.
Yinede birden bütün beynim onunla doluyor. Ona ait olan her şey gözlerimin önünden geçiyor. Son olarak güzel gözleri. Gerçekten resim yapabilmek istiyorum, sadece onun resmini çizebilmek için.
"Ayda." diyor Ezgi.
Dikkatimi çekmek için elini gözlerimin önünde dolaştırıyor. İrkilerek dönüyorum gerçek dünyaya. Ne kadar çabuk dalıyorum böyle. Bu adamın güzel gözleri bana bakmıyorken bile dikkatimi dağıtmayı başarabiliyor. Sadece güzel oldukları için mi sanmıyorum, aynı zamanda güzel baktıkları içinde.
"Yüzükle ilgili değil." diyorum.
"E anlat o zaman." diyor.
"Ezgi ben ayrılmak istiyorum." diyorum birden.
Sonunda bunu sesli olarak dile getirebilmenin rahatlığıyla derin bir nefes alıyorum. Ezgi bir parmağımdaki yüzüğe bir de bana bakıyor. Sanıyorum ki bu kadarını da beklemiyordu. Ne diyeceğini şaşırmış bir şekilde bakmasını izliyorum. Evet Ezgi ben ayrılmak istediğim adamın aldığı yüzüğü parmağımda taşıyorum ve inan bana iki gramlık şu yüzük o kadar ağır ki.
"Ne?" diyor şok olmuş bir şekilde.
Hüzünle bakıyorum gözlerine. Keşke içimdeki her şeyi dökebilsem. Keşke ona Savaş'tan ve getirdiği şeylerden bahsedebilsem. Ama böyle bir şey nasıl anlatılır? Ben galiba Fatih'i kafamın içinde aldatıyorum diyemem. Galiba mı? Bir insan galiba aldatılır mı? Bu aldatmak mıdır? Bir şey hissediyor muyum onu bile bilmiyorum. Sadece onun yanında olmaktan keyif alıyorum. Bir arkadaş gibi belki de. Duygularımın içinde o kadar kayboldum ki kalbimin içindeki şeylerin ne olduğunu hiç bilmiyorum. Duygular neydi, nasıl hissedilirdi onu bile bilmiyorum.
Her şeyi oluruna bırakmak istiyorum aslında. Ama oluru nereye gidiyor bilmiyorum. Hiçbir şey yapmadan hayatımın düzene girmeyeceğini biliyorum ama olsaydı çok güzel olmaz mıydı?
"Işıltının sebebi ayrılmak istemen mi derdim ama onu da sanmıyorum. Ayda kafanın içindekileri direkt anlatsan da burada meraktan çatlamasam keşke" diyor.
"Işıltı falan yok" diyorum hemen.
Büyük bir suçluluk duygusu sarıyor her yanımı. Kafamın içindekileri ben bile anlayamazken nasıl anlatabilirim ki?
"Anlat" diyor merakla.
"Artık keyif almıyorum hiçbir şeyden. Her şey biteli çok olmuş gibi hissediyorum." diyorum.
Tam Ezgi cevap verecekken Ayda diye bir ses duyup sesin geldiği tarafa çeviriyorum kafamı.
"Demek kakül, çok yakışmış." diyor bana doğru gelen Savaş.
Hemen gülümsüyorum. Gülümsediğimi fark ettiğim anda da yüzümü ifadesiz tutmaya çalışıyorum. Sadece onun gamzelerini görürken gülümsememek çok zor. Ayağa kalkıyorum hızla, sonra bu yaptığım şeyin ne kadar aptalca olduğunu fark ediyorum ama daha fazla rezil olmamak için oturamıyorum. Öylece ayakta durmuş bana doğru gelen Savaş'ı izliyorum. Kafamdaki küçük ses ilk yardım çantası diyor. Hemen susturuyorum onu.
Savaş o kadar güzel ki onu izlemek bile çok güzel, özelliklede bana doğru gelirken. Yinede benden giderken bile güzel olacağını biliyorum. Çünkü içinde onun olduğu hiçbir şey kötü olamaz. Neden? İşte bunu bende bilmiyorum.
Önümde durunca bir fısıltıyla konuşuyorum.
"Teşekkürler." diyorum.
Sesim çıkmıyor. Korkarım bunun nedeni nefesimi kesiyor olması. Neden ama? Sadece biradan.
"Seni neredeyse tanıyamayacaktım." diyor.
Utanarak gülümsüyorum. Ama tanıdın demek istiyorum birden. Beni her seferinde çok iyi anladığın gibi şimdide tanıdın.
"Değişim şart." diyorum.
O da bende elimizi uzatmıyoruz selamlaşmak için. Neden bilmiyorum ama elimin eline değme ihtimali beni korkutuyor. Kalbimde bir şeyler açığa çıkmak istiyor bense ısrarla bastırmaya çalışıyorum onları.
"Kesinlikle özellikle güzelse o değişim." diyor.
İyice kızarıyorum. Daha fazla iltifatı kaldıramayacağımı bildiğim için sağıma dönüp Ezgi'yle tanıştırıyorum onu. El sıkışıyorlar. Kalbimde küçük bir çıra tutuşuyor sanki ama bu acıyı görmezden geliyorum.
"Otursana." diyor Ezgi.
Savaş gözlerini bana çevirip beklentiyle bakıyor. Sadece gülümsüyorum bende. Otur demek istiyorum aslında ama diyemiyorum.
"Bizimkilere ayıp olmasın, tanıştığımıza sevindim." diyor Savaş.
Bir tarafım çok rahatlarken diğer tarafımda çok üzülüyor oturmamasına. Bu kadar duygu karmaşasını ne kadar kaldırabilirim bilmiyorum.
Bana dönüp "görüşürüz." diyor Savaş.
"Görüşürüz." diyorum bütün dişlerimi gösterecek kadar sırıtarak.
Savaş giderken bende arkasından bakıyorum bir süre. Haklıymışım giderken bile çok güzel gözüküyor. Sonra bunun ne kadar tuhaf olduğunu fark edip oturuyorum tekrar. Ezgi'ye baktığımda bana anlamlı anlamlı baktığını görüyorum. Son beş dakika içinde olanları gözden geçirdiğimde liseli bir kız gibi davrandığımı fark edip utanıyorum. Savaş etraftayken neye dönüştüğümü bilmiyorum. Sadece mutlu ve rahat hissettiğimi biliyorum. Bunun güzel bir şey olması gerektiğini biliyorum ama sanki yanlışmış gibi hissediyorum.
"Hayır" diyorum.
"Ne söyleyeceğimi nereden biliyordun?"diyor.
"Seni tanıyorum çünkü." diyorum.
Ha birde ben olsam bende aynı şeyi söylemek isterdim.
"Ayda bana her şeyi anlatabilirsin." diyor.
Anlatabileceğimi bende biliyorum ama anlatmak istemiyorum, düşünmekte istemiyorum zaten. Her ne olursa olsun benim bir sevgilim var. Hatta galiba nişanlım. Ben parmağımda ilişkimizin simgesi olan bir yüzük takıyorum. Bugüne kadar hep doğru şeyi yapmak istedim. Belki hep haklı olmak istediğim için belki de sadece sonuçlar kötü olduğunda kendim dışında birilerini suçlayabilmek için. Yinede doğru şeyi yaptım her zaman. Şimdi bu adam yüzünden hayatım ne hale geldi.
Bu adam yüzünden mi? Ben onu tanıdıktan sonra mı intihar ettim? Hayır. Ondan sonra mı ayrılmayı düşünmeye başladım? Hayır. Sorunlarım ondan sonra başlamadı bunu biliyorum yinede onu suçluyorum işte. Ben hep böyleyim, kendimi hiç sevmiyormuş gibi gözüksem de hayatımdaki her şey için başkalarını suçluyorum. Bu kez hatalı olduğumu kabullenmeliyim sanırım.
Fatih de çok hata yaptı asla yapmadı demeyeceğim ama şu ana kadar hiç kendi hatalarımı görmemiştim. Küçük bir kız gibi davranıyorum. Hep kendi beklentilerimden bahsediyorum ama onun beklentileri ne onu bile bilmiyorum. Bırakın yapmamayı ne olduğunu bile bilmiyorum. Bende neyi sevmiyor bilmiyorum, benden neler bekliyor bilmiyorum. Bu ilişkiyi o bitirmedi biz bitirdik. Yinede her zaman onu suçladım. Evet, böylesi daha kolay olduğu için.
"Komşum ve iş arkadaşım ve sanırım iyi arkadaşım oldu hepsi bu." diyorum.
"Hepsi bu değil ama böyle olmasını istiyorsan böyle anlat belki yeterince söylersen kendini bile kandırabilirsin" diyor.
Cevap veremiyorum. Haksız olmasını umuyorum ama içten içe haklı olduğunu biliyorum. Eğer haklıysa kendime ne kadar söylersem söyleyeyim kendimi kandıramayacağımı biliyorum, sürekli susturduğum iç sesimi bir noktadan sonra susturamayacağımı da biliyorum işte bu yüzden haksız olmasını umuyorum. Gecenin kalanında tabi ki hiç keyfim kalmıyor. O konuşuyor ben dinliyorum çoğu zaman. Üç bira bile beni yormaya yetiyor. Komik, yaşlanmışım gerçekten.
On ikide kalkıyoruz sonunda. Keşke Savaş hiç gelmeseydi diye düşünmeden edemiyorum. Ezgi arabasına binince ona el sallayıp arabamın kapısını açıyorum, tam binecekken adımı duyup sesin geldiği yöne dönüyorum hızla.
Kafamı çevirince bana gülümseyerek bakan Savaş'ı görüyorum. O gülümseyince çocukluğum geliyor aklıma. Ne alaka bende bilmiyorum. Lunaparka gitmişimde bana pamuk şeker alan babamı bekliyormuşum gibi hissediyorum, heyecanlı ve mutlu. Buraya gelmeden önce kalori hesabı bile yapmadan fast food yemişim. Her şey çok güzel, düşünmekten ve hayal kurmaktan korkmuyorum. Birazdan hız trenine binip korktuğum anlarda babama sarılacağım o da beni koruyacak, yaptığım şeyin sonucu ne olursa olsun o beni koruyacak ve ben hiç üzülmeyeceğim.
Savaş bana doğru yürürken gülümseyerek bekliyorum onu. Bütün umutlarım bana doğru geliyormuş gibi, tuhaf bir his. Nefesim kesiliyor, uçuyormuşum gibi sanki ama aslında düşüyorum.
Bir adım önümde durup bana bakıyor güzel yeşil gözleriyle.
"Gözlerin bu karanlıkta bile yeşil, inanılmaz" diyorum.
Hemen dudağımı ısırıyorum söylediğime pişman olarak. İçimde sürekli ona iltifat etme isteği var. Ama o çok güzel ve bu his benim suçum değil.
Bak yine yaptım. Yine bir suçluya ihtiyaç duydum ve hemen aradan çekildim. Hastalıklı bir şekilde insanları suçlamaya bayılıyorum. Yaşadığım her şeyin benim sorumluluğumda olduğunu unutuyorum her yanlışımda. Mükemmel olmadığımı iddia ederken bile mükemmelmişim gibi davranıyorum.
"Aslında ela ama teşekkürler" diyor.
Küçük bir kahkaha atıp itiraz ediyorum. Tabi ki itiraz ediyorum çünkü anlamışsınızdır ki ben hep haklı olmak zorundayım.
"Hayır yeşil" diyorum.
Gülümsemeye devam ediyorum. Korkarım ki flörtleşiyorum onunla. Hemen kendime gelmem gerekiyor.
"Ela ve sen hep haklı olmak zorunda değilsin" diyor.
Bunu söylerken gülümsemeye devam etmesi tuhaf değil mi? Benim ona kızmamamda tuhaf. Haksız olduğum söyleniyor ve ben bunu kabulleniyorum.
Hayatımda ilk defa hatalı olduğum azarlanarak söylenmiyor. Belki de sırf azarlanmamak için hatalı olmak istemiyorum. Etrafımda beni azarlayacak kimse olmasa bile o kadar alışmışım ki hata yapınca azarlanmaya bu kez de ben azarlıyorum kendimi, bunu hak ettiğimi düşünerek.
"Tamam öyle olsun" diyorum.
"Gecenin son birasını ve günün ilk birasını benimle sahilde içmek ister misin?" diyor.
Hayır demeliyim. Bu saatler tamda hata yapma saatleri. Hata. Ama sadece hata yapmamak için değil Fatih'e hak etmediği şeyleri yaşatmamak için. O yüzden kesinlikle hayır demeliyim. Sonuçta çok yoruldum gün benim için bitti artık evime gidip güzel bir uyku çekmek istiyorum. Sabahları akşamdan kalma uyanmayı da hiç sevmem zaten ben. Hem ben çok ince giyinmişim havada çok soğuk donmak istemiyorum. Soğuk havaları hiç sevmem özellikle ince giyindiğim günlerde. O yüzden kesinlikle hayır. Bu kadar nedenden sonra gitmek çok mantıksız.
"Olur" diyorum.
Arabalarımıza binip sahile gidiyoruz. Ben arabada beklerken o bira almaya gidiyor. Elinde dört birayla geldiğini görünce iniyorum arabadan. Kollarımı bedenime sarıp ona doğru ilerliyorum.
"Üşüdün mü?" diyor yanına gelince.
Şefkatli sorusu gülümsememi sağlıyor.
"Hayır" diyorum hemen.
Çünkü ben bir süper kahramanım ve üşümem çok mantıksız.
Sahile oturup biralarımızı açıyoruz. Birasını kuma koyup ceketini çıkartıyor ve sırtıma örtüyor.
"Üşümüyorum dedim" diyorum kıkırdayarak.
Yine o imalı bakışıyla bakıp gülümsüyor.
"Centilmenlik yapmama izin ver" diyor.
"Tamam" diyorum itiraz etmeden.
Sonra hiç derdi olmayan insanlarmışız gibi havadan sudan konuşmaya başlıyoruz. Bazen gitmek istediğimiz ülkelerden bahsederken birden siyaset konuşmaya başlıyoruz. Konuşma hangi noktada nereye gidiyor anlayamıyorum. Artık konu değiştirme hızını anlayabiliyorum. İşte bu yüzden konunun nereden nereye gittiğini hiç umursamıyorum. Yargılanmadan, sorgulanmadan, itiraz edilmeden, psikolojik olarak bulunduğum durumu ve bileğimdeki izi hiç düşünmeden konuşmayı ne kadar özlediğimi fark ediyorum.
Psikoloğum dışında biriyle uzun uzun sohbet edemeyeli çok olmuş. Sürekli bir şeyleri birilerinden saklıyorum ve onun o sakladığım şeyi anlamasını istiyorum. Sonra anlamadığı için üzülüyorum ve bütün sohbet boyunca kafama bunu takıyorum. Ama Savaş'la böyle olmuyor. Sanırım beni hiç tanımadığı için hiçbir beklentim olmadan sohbet edebiliyorum onunla. Yinede tuhaf.
Hayatıma birden giren bu adamdan hiçbir şey beklememem tuhaf mesela. Ben herkesten bir şeyler beklerim. Onun da ben hiçbir şey beklemediğim halde sürekli beni anlaması tuhaf. Ondan saklamaya çalışmıyorum ama anlamasını da istemiyorum. Ben tuhaf bir ikilemdeyim o da beni mükemmel derecede anlayışıyla çekip kurtarıyor hem de her seferinde. Beni kendi kaygılarımdan da kurtarıyor bütün bunları yaparken. Yaşıyor ve arada bir elini uzatıyor bana. Neden bunları düşünüyorum şimdi? Güzel bakıyor, güzel gülüyor, güzel konuşuyor, beni anlıyor... Mükemmel bir insan. Sadece bu yüzden mi? Yoksa ben mi onu böyle görüyorum?
Ayağa kalkınca biraz başımın döndüğünü fark ediyorum. Düşmemem için kolumu tutuyor Savaş. O kolumu tuttuğu anda bende diğer elimle onun kolunu tutuyorum ve gözlerimi gözlerine çeviriyorum, gözleri çok güzel parlıyor. Sonradan bunu istediğime çok pişman olacağım bir şeyi yapmak istiyorum, onu öpmek istiyorum. Ama o bir kez daha o kadar güzel kurtarıyor ki beni bende her prenses gibi kahramanımı öpmek istiyorum. Kahramanımı. Benim kahramanımı. Sanki bu adamın benim olması mümkünmüş gibi sahipleniyorum onu. Neye dayanarak? Sadece alkolün neden olduğu sersemliğe dayanarak. Yarın böyle düşünmeyeceğim. Yarında kahraman olacak o ama benim kahramanım olmayacak.
Kolunda olan sol elimi yavaş yavaş omuzlarına doğru çıkartıyorum. O kadar yavaşım ki bu yavaşlığım beni bile çıldırtıyor. Kalbim çok hızlı atmaya başlıyor. Gözleri gözlerimde ne yapacağımı kestirmeye çalışıyor. Kesik kesik nefes alıyorum. Ah bu adam gerçekten nefesimi kesiyor. Bu kadar bira içmemeliydim demeyeceğim bu kez de suçu içtiğim biralara atamam.
Aslında belki de suçu biralara atabilmenin getirdiği rahatlıkla istediğim her şeyi yapabilirim. Ona gönlümce dokunabilirim. Elini sıkmaktan bile korktuğum adamı öpebilirim. O zaman değişir her şey. Dünya çok daha güzel bir yer olur. Hatalar bile güzelleştirebilir dünyayı, hem de sadece sizi mutlu ettiği için. Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz, sık sık söylüyorum zaten bunu. Yinede hiçbir hata bir insanı üzmeye değmez. Dünya güzelleşecek bile olsa.
Sol elimi boynuyla kulağının arasında tutuyorum, yüzümü yüzüne yaklaştırıyorum. Durduramıyorum kendimi. Üzgünüm ve şimdiden pişmanım ama yapamıyorum. Gözleri çok güzel parlıyor ve kesinlikle yeşil. Bunu düşününce gülümsemeden edemiyorum. O da gülümsüyor benimle birlikte. Gülümsemek aramızdaki gizli bir mesaj gibi. Hiçbir şey söylemesem de gülümsediğim anda o ne düşündüğümü anlıyor gibi. Hayal gibi ama gerçek. Güzel ama yanlış. Her şeyin yanlış olduğu bu dünyada bir yanlışı da kendim için yapmalıyım. Sadece kendimi kandırıyorum biliyorum ama bu gerçeği görmezden gelmeyi tercih ediyorum.
Elimi boynundan biraz daha saçlarına doğru kaydırıyorum ve bunu yaparken elimin titrediğini fark ediyorum. O kadar heyecanlıyım ki. Heyecandan dudaklarımın kuruduğunu hissediyorum. Dudağımı ısırıyorum küçük bir suçluluk duygusuyla ama bu duygunun bedenimi ele geçirmesine izin vermeyeceğimi biliyorum. Bu kadarını da hak ediyoruz diyorum kendi kendime.
Sadece yapmak istiyorum hepsi bu. Bu kez mantıklı bir açıklamaya ve haklı olmaya ihtiyacım yok.
Savaş kolumu bırakıp belime koyuyor elini. Belimin uyuştuğunu hissediyorum. Dokunduğu yerlerimdeki hücrelerim hayat buluyor. Onun eli hep benim üzerimde olsun istiyorum, sanki sadece ona dokunurken nefes alabiliyorum. Artık bariz bir şekilde titremeye başlıyorum. Soğuktan değil, şimdi yapacağım şeyin heyecanıyla. Belki de biraz korkuyla.
Dudaklarına biraz daha yaklaşıyorum, gülümsemem biraz daha artıyor. Yapmamalısın diyor içimden bir ses ama yapmak istiyorum. Derin bir nefes alıyorum, dudaklarım yavaşça değiyor dudaklarına...
"Başın mı dönüyor?" diyor Savaş beni düşüncelerimden ayırarak.
Her şeyin kafamın içinde olduğuna inanamıyorum. Tabi ki böyle şeyler düşündüğüme de inanamıyorum. Yinede düşünmemin bile yasak olduğu bu şeyleri delicesine yapmak istiyorum. Yasaklar daha cazip olduğu için değil Savaş çok cazip olduğu için. İnce biçimli dudakları çok güzel olduğu ve çok güzel konuştuğu için. Onu tanıdığım günden beri yavaş yavaş hayat bulduğum için.
Susmuyor. İçimdeki ses susmuyor işte. Tam şimdi bağırıyor, kulaklarımı tıkamak istiyorum. İlk yardım çantası diyor. İlk yardım çantası. Sus, duymuyorum seni. Seninle kavga etmek istemiyorum. Seninle, kendimle yani.
"Biraz" diyorum.
Aslında birazdan daha fazla.
Beni arabama kadar yürütüp dikkatli bir şekilde ön koltuğa oturtuyor. Hiç konuşmuyorum sadece onun verdiği komutları yerine getiriyorum. Başımın giderek dönmeye başladığını hissediyorum ve kendimden utanıyorum. Hiç emir cümlesi kullanmıyor. Her cümlesinin sonuna lütfen koymayı unutmuyor. O kadar şirin ve tedirgin gözüküyor ki. Beni ön koltuğa yerleştirmeye çalışıyor ve iki cümlesinden birinde iyi olup olmadığımı soruyor. Çok iyiyim.
Sürücü koltuğuna oturup kemerini takıyor ve sessizce arabayı sürmeye başlıyor. Birden onun arabası geliyor aklıma.
"Senin araban ne olacak?" diyorum.
Konuşurken çok yoruluyorum.
"Sabah gelip alırım sen merak etme" diyor.
Kendimden utanıyorum. Bir de merak etme diyor. Sen merak etme asıl. Benim yüzümden şu olanlara bak.
"Özür dilerim" diyorum.
"Ayda özür dilenecek ne var?" diyor gülümseyerek.
Çok fazla şey var ve bütün bunları bildiğim için cevap vermemeyi tercih ediyorum.
Yinede bütün arsızlığımla koltukta biraz kayıp sol kulağımı koltuğun sırtına koyuyorum yol boyu onu izleyebilmek için. Teni bu karanlıkta bile parlarken kendimi bunu yapmaktan alıkoyamıyorum. O çok güzel bir manzara onu uzun uzun izlememek gözlerime yaptığım çok büyük bir haksızlık olur.
Kırmızı ışıkta durunca sessizliği bozuyor nazik sesi.
"Miden bulanıyor mu?" diyor.
"Hayır" diyorum hemen.
Konuşunca ne kadar yorulduğumu fark edip gözlerimi kapatıyorum. Birkaç saniye içinde kendimi uykuya teslim ediyorum.
Gözlerimi açtığımda apartmanın önünde olduğumuzu fark ediyorum. Keşke uyumasaydım diye düşünüyorum, şimdi onu izleyememiş oldum.
Yine çok nazik bir şekilde arabadan çıkartıyor beni. Yürümeme yardım etmek istiyor ama ben itiraz ediyorum, düz yürüyemediğimin farkında olarak hem de. Asansöre binince hemen aynaya yaslanıyorum, buraya kadar yürümek bile o kadar yordu ki beni. Hemen uyumak istiyorum.
Asansörden inince ben duvara yaslanmış bir şekilde beklerken Savaş çantamdan anahtarımı çıkartıp kapıyı açıyor.
Gözlerinin içine dikkatlice ve uzun uzun bakıyorum. O kadar güzel gözleri var ki içinde kayboluyorum.
"Gözlerin gerçekten yeşil" diyorum.
Küçük bir kahkaha kaçıyor ince biçimli dudaklarından. Gerçekten kahkahası bile çok güzel. En çok neyini beğendiğime karar vermeye çalışıyorum sanki şu an bu çok önemliymiş gibi. Ama bir karar veremiyorum adamın her yeri mükemmel.
"Bunu hep söyleyeceksin değil mi?" diyor gülerek.
"Hiç bıkmadan" diyorum.
Söz konusu haklı olmak olunca ne kadar inatçı olduğumu hala anlamadın mı Savaş Öztürk?
"Ama benim gözlerim" diyor gülerek.
Ona biraz yaklaşıp dikkatlice bakıyorum gözlerinin içine. Çok fazla yaklaştığımı biliyorum ama umursamıyorum bunu. Mükemmel gözlerine bir daha asla bu kadar yaklaşamayacağımı biliyorum ve elimdeki şansı çok iyi değerlendiriyorum.
"Ben doğruyu söylüyorum" diyorum.
"Ama senelerdir yaşıyorum ben bu gözlerle nasıl sen bilebilirsin?" diyor, gülümsemeye devam ediyor.
Bu konuda bu kadar ısrarcı olmam hoşuna gidiyor, neden bilmiyorum ama hoşuna gidiyor işte.
"Çünkü sen gözlerine benim kadar yakından bakamıyorsun" diyorum.
Derin bir nefes alıyor. Tam şu anda pişman oluyorum bu kadar yaklaştığım için. Bir an için o da benden etkileniyormuş gibi hissediyorum. Sadece nefes alış şeklinden dolayı değil aynı zamanda bakışlarından dolayı da.
"Mantıklı bir nokta" diyor.
Dudağımı ısırıyorum.
"Her zaman mantıklı konuşurum" diyorum.
Gülüyor. Bende gülüyorum. Aslında çoğu zaman mantıksız olduğumu biliyorum. Ama sadece içimde biliyorum. Sesli olarak dil getirecek kadar değil.
"Sarhoşken bile mi?" diyor.
"Evet" diyorum ve bir adım geri gidiyorum.
"İçeri geleyim mi?" diyor birden.
Evet, lütfen.
"Ben hallederim biraz daha iyiyim" diyorum.
İçeri gelmemesi gerektiğini biliyorum özelliklede ben bu haldeyken. Zaten şu an yeterince utanıyorum daha fazla utanmama neden olacak bir şey yaşamak istemiyorum. Tedirgin ve emin olmayan gözlerle bakıyor gözlerime. Benim için endişeleniyor gözlerinde görüyorum bunu. Daha yeni tanıştığı bir kadın için niye bu kadar endişeleniyor ki? Hem alt tarafı sarhoşum başıma kötü ne gelebilir ki?
"Ben iyiyim, gerçekten" diyorum.
Kelimeleri doğru telaffuz edebilmek için büyük bir çaba harcıyorum. Uzun bir süre sarhoş olmamalıyım diye düşünüyorum. En azından konuşmayı bile unutacak kadar sarhoş olmamalıyım.
"Tamam" diyor.
"Teşekkürler" diyorum.
"Her zaman" diyor.
Hala gülümsemeye devam ediyor.
Ben eve girip kapıyı kapatana kadar kapının önünde bekliyor. Sanıyorum ki kapıyı kapattıktan sonra koşarak eve gidip bir daha asla benimle takılmama kararı almıştır.

KAHRAMANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin